31 Temmuz 2016 Pazar

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Akbank’ın Kumpası ve 12 Eylül Darbesi // Bumerang ...

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Akbank’ın Kumpası ve 12 Eylül Darbesi // Bumerang ...: 1996 yılında kırmızı beyaz renkleri Türk Bayrağına benzediği için bankacılığın Türk Milli takımı diye Akbank’ta çalışmaya başladım. Ama...

Akbank’ın Kumpası ve 12 Eylül Darbesi // Bumerang // Önder Karaçay

caps_1467579899789_813

1996 yılında kırmızı beyaz renkleri Türk Bayrağına benzediği için bankacılığın Türk Milli takımı diye Akbank’ta çalışmaya başladım. Amacım üretime, ihracata, ticaretin finansmanı ve istihdama kaynak aktarmaya aracılık adına bankacılık yapmaktı.
2000’li yıllara kadar çok düşük ücrete rağmen huzur içinde çalıştım. Beklentilerimin tamamını karşılamasa bile banka ile çalışanlar oluşturduğumuz kültür ile kaynaşmıştı. Bir numaralı marka ve bankaydık.
2000’li yıllardan sonra milli ekonominin talan edilmesi başlayacak olup küreselleşme ve özelleştirme ile banka da değişim projesi başlatacaktı. Bu değişim öncesinde ülkemizde çok normal olmayan bir kriz yaşandı. Cumhurbaşkanı Sezer Anayasa kitabını fırlatmayı fırsat kollayan sermaye parayı borsadan çekti gecelik faizler % 9 bine yaklaşmıştı. Kur sonrasında 600 –TL den 1200-TL ye çıktı. Merkez bankasının o günkü başkanı Gazi Erçel içinde Akbank’ında olduğu bazı bankalara kurun iki katına çıkacağını haber verdiğini yıllar sonra öğrendiğimde bankanın 2001 yılında KRİZDEN EN GÜÇLÜ ÇIKAN BANKA nasıl olduğunu da hem anlamış hem de bu bankadan iğrenmiştim.
Böyle bir bankada çalışmış olmanın derin vicdani üzüntüsü içindeyim. Kendimi hem affetmiyorum, hem de bunlarla mücadele ettiğim için bırakıp gitmediğim için gurur duyuyorum. Onların istediği zaten bırakıp gitmemdi.
Nasıl da anlamamıştım hem kriz olacak hem de krizden en güçlü veya çok kar ederek çıkan banka ne demekti? Nasıl olurdu bu? Bunun hesabı yargı önünde sorulmadı. Türk Milletinin bu banka ile bir hesabı var. Beşeri adalette adalet olmayabilir, yalnız ilahi adaletin olduğunu hatırlamak zorunda kalacaklar.
Yargı ve medya bu konunun üzerine gitmemiş, sermaye siyasetle kol kola olduğu için ve sermayeyi koruduğu için üzerine gidilmemiş olduğunu bankanın ve sahiplerinin korunduğunu yıllar sonra öğrendim. 12 Eylül 2012 tarihi ve sonrasında yaşadıklarımı bankayı sonrasında da nasıl koruduklarını, bütün bu skandalları kitaplaştırarak bu rezaleti tarihe kara bir leke gibi yazmayı kendimi affettirmek için yazdım. Bir nebze içim rahatladı. Yalnız bunlar yargılanana kadar asla bu mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Çünkü o kur farkının bedelini Türk Milleti ödedi. Şimdi geri almaya sıra geldi. O bankaların hepsi bunun hesabını verecekler. O bankalara bunun hesabını sormayanlar da vermelidir.
2000’li yıllarda banka aynı zamanda değişim adı altında “Yeni Ufuklar” adlı bir değişim projesi yapmaya başladı. Aslında ismi değişim yapılansa bankanın dışarıdan gelenler tarafından işgal edilerek kültürü eski yeni kavgasına sahne oluyor karmaşa kültürünün adı değişim oluyordu. Şimdi bu karmaşa hala banka yönettiğini sanıyorlar. Ah aldığı binlerce insanın hakkını yediler, kariyerlerini kirleştiler, iş bulmalarına engel oldular.
Değişimi bankanın genel müdür, yardımcıları ve onların alt kadrolarında yapınca bu batan Pamukbank ve benzeri bankalardan gelenler, işsiz kalanlar kendi adamlarını Akbank’a doldurmaya başladılar, bizleri kötülemeye, dışlamaya başlayarak bankada eski/yeni kavgasını başlattılar.
Patron bunları destekledi ve gerçekleri asla görmedi.
Öyle yanlışlar yaptılar ki; “hedefi ve yetkiyi” şubelere verdiler. 2008 yılında paralar batınca suçlu şubeleri ilan ettiler. 1054 masum insanı banka tarihinde ilk kez toplu işten çıkarma skandalı bu değişim adı altında bankayı işgal eden ve bugün yönetenler yapıyordu, patronda ya bilerek ya da bilmeyerek bunlara alet oluyordu.
Evraksız kredi vereceğiz diyorlardı. Bir şubeye yüksek hedefler ve 400.000-TL 500.000-TL gibi limitli kredi verme yetkisini de vererek kendileri hiçbir sorumluluğun altına girmiyorlardı. 2008 yılında bu gaflet, delalet ve kötü niyet duvara toslayınca patron yine bunlara kanarak şubelerde hiçbir suçu olmayan çalışanları önce toplu, sonra da tek tek çıkarmaya başladılar.
Bunlar bankaya gelmeden önce bu bankanın Türk Milleti nezdinde sevgisi “Güveninizin Eseri” olarak yer edinmişti.
2008 yılında kredili mudilerin çalışma şartlarını asla olmayacak şekilde tek taraflı ve hukuksuz değiştirdiler. Milyonlarca mudimiz mağdur oldu ve başka bankalara gittiler. Sonrada yine bizleri suçladılar. Ticari kredi vermeyi hem zorlaştırdılar, hem de iki katı teminat isteyerek akla, mantığa ve hukuka uygun olmayan bir uygulama ile mudiler nezdinde çok büyük bir itibar kaybı ve mudi kaybı yaşattılar.
Hatta o yıllarda Soğanlık Şube Müdürüydüm bir mudi şöyle söyledi. Akbank’ın yaptığını sizin ölçeğinizde diğer bir banka yapsa anlarım. Siz kendi içinizdeki sıkıntıyı masum çalışan ve mudilerden çıkarıyorsunuz diyerek gerçeği dışarıdan bankayı yönetenlerden daha doğru okuyordu. İçim cız ediyordu gerçekleri dışarıdan görenler vardı bankayı yönetenler göremiyordu.
Çok kar üretmek başarı değil ki; itibarı kaybettiğinizde o karlar ile geri alamazsınız. Gün gelecek bu banka itibarını almak için ne kadar para harcarsa harcasın alamayacak. Çünkü çalışanlarına zulüm yapan bir bankaya dönüştü, birileri kendilerini kurtarmak için bizim gibi masum insanlara kumpaslar kurarak kariyerimizi mahvettiler. Sıra şimdi kendilerine geliyor. Astarı yüzünden pahalı şimdi geri adım atma şansını kaybettiler. O şansı kendilerine vermeme rağmen. Büyüklendiler, gurur yaptılar. Bizde ne kadar büyük olduklarını hatırlatıyoruz. Şimdi sadece kar ile dünya sermaye mafyasının hoşuna gitmeye çalışıyorlar. Parayı kazandığınız Türk Milleti nezdinde haliniz nedir? Nereye kadar?
Yönetenlerin bankayı doğru yönetmek gibi bir dertleri yoktu. Değişimin başarısı adına çalışanlara zulüm etmek, işten çıkarmak, suçu onların üzerine atmak ve mudileri mağdur etmek onların başarısından daha önemli değildi. Böyle bir rezalet dünya tarihinde hiçbir kurumda yaşanmamıştır. Hile ve şahsi çıkarları adına bankayı kullanan çeteye adeta banka teslim edilmiştir. Komisyonla kredi satanları kredi tahsiste çalıştırıyorlardı. Bunun birini yakaladım, yazışmalarını yaptım, bir hafta sonra başka bankaya geçti. Mahkemeye gerekirse getireceğim.
Oysa bu banka bugün ülkemizin bir numaralı markası, bankası ve en değerli kurumu değilse ve o özelliğini kaybetmişse sebebi bugün bankayı işgal eden ve değişim adı altında kendi adamlarını bankaya yerleştirerek bankayı ele geçirenlerin hepsi ve buna izin verenlerdir.
Şimdi öne geçen rakibine ulaşmak için hala şube kapatarak, çalışanları işten çıkararak geçici karlarla adeta sidik yarışı içine girerek son çırpınışlarını yaşamaktadırlar.
2000’li yıllarda batan bankalardan ve işsiz bankacıları bankaya alarak kendi kültürünü ve bankacılığın okulu olma özelliğini kaybeden Akbank bizleri kötülemeyi, dışlamayı, bizleri kullanmaya kalkarak başarılı olmak ve hiyerarşi merdiveninde sırtımıza basarak yükselmek niyetinde olan kötü niyetli çalışanları genel müdürlük ve bölgelerde genel müdür ve yardımcılarının adamları olarak bankaya doldurdular.
Bir gün birisine dedim ki hem hedefi bize veriyorsunuz hem de yetkiyi bu riskli ve sakıncalı değil mi? Biz hedefe odaklanıp farkında olmadan bunu tek bakış gözle hata yaparak bankaya zarar vermez miyiz? Bana aynen şunu söyledi; sen kendi işine bak! Genel müdürlüğe karışamazsın dedi. Birkaç ay sonra baktım bir başka bankaya genel müdür yardımcısı oldu. Yani hiçbir sorumluluk almadan, bankayı bir sıçrama tahtası olarak kullandılar. Bankanın iyiliği için bununla mücadele ettiğimden dolayı ve genel müdürlük bunların adamı ile dolu olduğu için biz suçlu olduk. Yalnız mahkemede kendilerini savunamaz hale düştüler. Dört yıldır adeta sosyal medyada bütün rezilliklerini dünyaya anlattım. Karşıma çıkıp sen bunu yapamasın diyemiyorlar.
En ibretini ben yaşadım. 2003-2006 yılları arasında genel müdürlükte çalışan ve sonradan bölge müdürüm olacak olan biri bana bir gün “bulduğun müşterileri önce bana bildir ben sana bulup vermiş gibi göstereyim, seni yukarıya anlatır müdür olmanın yolunu açarım” dedi. Başka şubelerde bunu yaptığını duyuyordum. “Bulduğum müşteriyi size bildirmek yerine, sizin bulmuş gibi göstermenizin doğru olmadığını, o mudilerin işini kendim bulur kendim yaparım genel müdürlük bunu görür ve ben hak edersem müdür olurum dedim. Kimsenin şahsi çıkarıyla ve basiret yoksunu ahlak yoksunu bu tür ilişkilerle asla kurumsal bir kültüre uymayan yöntemi kabul edemem dedim.” O yıllarda Pendik E-5 şubesinde çalıştım. Üç yılda altmış yıllık şubelerin rakamlarını ekarte ettik.
Bunu kendine kin edinmiş. 2007 yılında Soğanlık Şubesine ben ondan önce müdür oldum. 1 yıl sonra Gebze Bölge Müdürlüğü oluşturuldu. Bölge Müdürü olarak bu kişi benim bölge müdürüm oldu.
Beni ziyarete geldiğinde “ayağını denk al müdür olmanda ne kadar katkım olduğunu bilirsin diye tehdit etti” Bende ayağımın her zaman denk olduğunu müdür olmayı hak ederek olduğuma inandığımı söyledim. Kimseye de şikayet etmedim. Ahlakla, sabırla, titizlikle, hata yapmadan, açık vermeden çalıştım ve mücadele ettim.
Soğanlık şubesi beş yıl sonra kapanmış bir yerde tekrar açılmış bir şube olmasına rağmen iki ayda kara geçen ülkemizde ilk ve tek banka şubesidir. Belki de dünya da örneği yoktur. 2007 yılında yeni açılan bir banka şubesi dokuz ayda kara geçebiliyordu. Bugün iki yılda kara geçemiyor şubeler.
2008 yılından 2010 yılına kadar bu bölge müdürü benimle uğraştı. Şubeme bölgeden ajan gönderdi şubeyi müfettişle birlikte karıştırmaya, benimle ilgili benim açığımı bulup işten çıkarmanın peşinde koştu. Gönderdiği ajanı üç ay sonra şubemden almak zorunda kaldı. Müfettiş hiçbir olumsuzluk bulamadı. Hatta bana burada neler oluyor anlat dediğinde. Siz müfettişsiniz ne olduğunu ben bilmiyorum sizin iddianız veya size bu iddiayı yaptıran kimse onunla birlikte olumsuzluk neyse bulun, önüme koyun ve bu nedir deyin o zaman cevap veririm dedim.
Sonra o bölge müdürü başka bölgeye tayin oldu. Yeni gelen bölge müdürüne de beni kötüledi. O da benimle uğraştı. Elemanlarımı alıp başka şubelere veriyor, hizmet kalitemin düşmesine sebep oluyor taleplerimi görmezden geliyordu.
3 Kasım 2010 tarihinden bir hafta önce şubeme geldi. Hayırlı bir ziyaret olmadığını sezmiştim. Çünkü ne şubeme uğruyor, ne taleplerimi dikkate alıyor şubem ile ilgilenmiyordu. Buna rağmen 4 yılda şubem dördüncü sınıftan ikinci sınıf düzeyine gelmişti. Çok başarılı olmam dolayısıyla ve hakkımda hiçbir yanlış bulamadıkları için işten çıkamadılar. İstifa etmem ve ayrılmam için evim Soğanlık da olmasına rağmen Beykoz gibi gidiş gelişi yüz kilometre olan ve şehirler arası bir tayin gibi günde işe gidiş geliş altı saate yakın trafikte kaldım. Sabah mesaime zamanında yetişmek ve açık vermemek adına beşte kalıp trafik başlamadan erkenden şubeye giderek saat dokuza kadar iki yıl boyunca şubede sabahları bekleyerek adeta işkence çektim.
Bu bölgedeki bölge müdürü ile tanışmaya gittiğimde beni görür görmez; “Soğanlığı da biliyoruz” diyerek söze başladı. Zaten sonra toplantılarda “ban algı ile yönetirim” diyordu. Algının doğru ya da yanlış olması önemli olmayan bir yöneticiyle çalışmanın zorluğunu düşünün. Anladım ki benimle burada da uğraşacaklar. Ayrımcılık adına en büyük zulmü burada yaşadım. Başlangıcı bir bölge müdürünün bankayı kullanmak ve şahsi çıkar sağlamak niyetine karşı çıkmam ve doğru olanı savunmam yüzünden bu kinin kurbanı oluyordum.
Bölge müdürüne evimin uzak olduğunu çocuklarımın okulu dolayısıyla evimi taşıma şansımın olmadığını daha yakın bir şubeye tayin edilmemi talep ettim. Hem sözlü hem de yazılı yaptım. Bana aynen şunu söyledi; “Beykoz da bir kulübe bul veya öğretmen evi gibi bir yer bul arada sırada evine gidersin” diyerek adeta işkencenin, hakaretin alasını yapıyordu.
Amaçları istifa edip gitmem için ellerinden gelen her baskı ve şiddeti yapıyorlardı. Toplantılarda bize çıkın gidin başka bankalara sizi kim çalıştıracak gibi basiret ve ahlak yoksunu tehdit savuruyordu. Oysa biz bu bankada çalışırken ve kahrını çekerken bunlar yoktu.
Beykoz şubesinde bir yıla yakın süre fareli arşiv yüzünden kimse çalışmadığı için ve arşive çözüm bulma çabalarıma da cevap vermedikleri için iki elaman eksik bir yıla yakın hizmet vermek zorunda kaldım. Notere, icra dairesine, vergi dairesine kadar evrakları kendim götürmek zorunda kaldım iki yıl boyunca. Adresi Beykoz ve şubeye yakın olan ismi saklı kendimin bulduğu elemanı bile işe alıp başka şubeye verdiler.
Her sabah şu şekilde e-posta atıyordu. Bugün 3 adet kredi verilecek toplamda 90 bin TL olacak adet ve tutarda eksiklik olursa 17.30 mesai bitimi sonrası yarım saat içinde bölgeye gelip bunun hesabını şube müdürleri verecek diye iki yıl adeta işkence etti.
16 yıl çalıştığım bu bankada çoğu yıl hiç izne çıkmadan çalıştırıldım, çoğu yıllarda izinlerimin yarısını kullandırmadılar. Bir gün Ramazan bayramı dolayısıyla 1,5 gün idari izin talep ettim. 1,5 gün 6 gün yıllık iznimden düşülmesi şartıyla izin verdiler.
İki yıl üst üste Mayıs ayında yıllık iznimi kullandırdılar. Çocuklarımın her yıl bir kez denize götürdüğümü ve ikinci yıl Haziran, Temmuz veya Ağustos olmasını istediğimde kabul etmediler. 2011 ve 2012 yıllarında evde geçirdim iznimin yarısını ve çocuklarımı iki yıl tatile götüremedim.
2007 yılında şube müdürü olunda araba aldım bankanın işinde kullandım. Banka sadece banka işlerinde kullanmanın benzin parasını ödüyordu. Altmış bin kilometrenin elli binini banka için kullandım yeni arabamı yıprattım, lastiği, vergisi, bakımı vb giderlerle banka için servet harcadım. 10 Kasım 2010 tarihinden 2011 yılının sonuna kadar her ay cebimden 800-TL ödeyerek işe gidip geldim. Ertesi yıl otobüsleri kullanmak zorunda kaldım. Çünkü maaşım yetmez olmuştu. Bankadan bu konuda da destek istedim kabul görmedi.
2009 yılında istemediğim halde işimle tehdit edilerek resimlerim dört ayrı şubede reklam olarak kullanıldı. İşten çıkarıldığım 12 Eylül 2012 tarihinden sonra da kullanmaya devam ettiler. Sözleşmemiz var diye. İşten sebepsiz çıkarıldığım Yargıtay onayı ile onaylandığına ve banka % 100 suçlu bulunduğuna göre işten çıkarılma sebebim nedir? Kariyerimi kirletme hakkını birkaç kendini bilmez bölge müdürünün bankanın verdiği yetkiyi kötüye kullanarak bu kötülüğü yapmalarının cezasını ben neden çekiyorum? Bu genel müdür ve bu bölge müdürleri nasıl hala iş başında tutulabilirler? Bu sebeple iş bile bulamadım. İşten çıkarılmışsın diye! Yaşlı anne ve babamın, eşimin, kardeşimin, küçük çocuklarımın suçu neydi? Bu kumpasa inanan bankanın iç ahlak ve merhameti neredeydi? Ya da var mıydı? Yoksa patron dahil hepsi aynı çetenin bir üyesi miydi? O zaman bunun bedelini ödeyecekler. İtibarı değerimi geri aldığımı hissedene kadar ödeyeceksiniz.
Fotoğrafın üzerine adımızı ve “Sizin İçin” buradayız gibi ahlaki boyutu sorgulanır ve basiretli bir tacire uymayan ifadeler kullandılar. Bir bayan bankacının resminin üzerine sizin için buradayım yazmak ne demektir? Bütün bunlar belgelidir. Mahkemede davası görülecek.
2010 yılında şubenin ne kadar karlı ticari mudisi varsa hepsini Kavacık şubesine devrettiler. Sonra o mudilerin adresleri şubemizin hemen yanında olmasına rağmen bunu yaptılar. Aynı mudilerden bulmamı sonra yine istediler. Tam bir çelişkiydiler. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında müşterilerimi başka şubelere devrini yapmaya kalktılar hepsinde direndim, giden mudilerin bireysel hesapları da gidiyordu. Amaçları beni başarısızlığa mahkum ederek tazminatsız işten çıkarmak ya da kendimin istifa etmesini sağlamaktı. Bu devirlerin yapılmaması ile ilgilide yazışmaların hepsi var. Hepsi mahkemeye gelecek.
Bölge müdürlüğünde bir gün müdürler ve insan kaynakları genel müdür yardımcısı sorunlarımızı konuşmaya geldi. Yetmiş şubeye yakın müdür arkadaşım vardı. Sorusu olan var mı diye sorduklarında; söz aldım ve dedim ki; bir yıla yakındır iki gişe eksik neden çalışmak zorunda bırakıldım, mudilerin karşısına her gün eksik kadroyla neden çıkmak zorundayız, bana eleman vermeme sebebiniz nedir? Bölge müdürünün rengi attı. Birbirlerinizin yüzüne baka kaldılar. Sonra bölgede personele bakan bir memur bir yıl değil altı ay oldu dedi. Şube arkadaşlarımdan biri dayanamadı ve dedi ki; diyelim ki; Önder bey bir yılı abartıyor, şubede değil altı ay, altı gün, altı saat, altı dakika bile eksik hizmet veremezsiniz. Altı ay oldu diyen sizsiniz. Bu normal mi? Cevapları şuydu toplantı bitmiştir. Kadıköy ilçesinden Beykoz’a gidene kadar iki tayin yaptılar.
Aynı gün insan kaynakları genel müdür yardımcısına sizi ziyaret etmek istiyorum, sorunlarımı anlatmak istiyorum, bana yapılanları bilmeniz gerekir, bankamız zarar görmemelidir diye yazılı talepte bulundum. Kendisi aynı zamanda şubemizin mentörü olmasına rağmen hala geri dönmedi bana. Zaten 2013 tarihinde işe iade davasını % 100 haklı Yargıtay onayı ile kazandığım gün ayrımcı çete kendisini kurtarmak için insan kaynakları genel müdür yardımcısı ve personel bölüm başkanı ile aynı gün yolları ayırmak zorunda kaldılar.
Yalnız gerçek çete ve suçluları banka hala koruyor. İnsan kaynakları genel müdür yardımcısının hatası beni dinlemiş olsa ve anlamış olsaydı çetenin gerçek suçluları işten çıkarılacak veya gereği neyse o yapılacak ben işimi kaybetmeyeceğim, banka da bu zararı görmeyecekti. Bu çeteyi yöneten şu an bankanın en tepesine çıkmış durumda.
Aradan bir iki ay geçti. İnsan kaynaklarından iki eleman gönderdiler. 16 yıl bankacılık hayatımda ilk kez insan kaynakları ziyaret ediyordu. Hayra alamet bir ziyaret olmadığını hatta kendilerine neden bana mobbıng uygulandığını sordum. Birisi bölgede altı ay oldu eleman eksiği olan diyen memurdu. Kızdığı yüz ifadesinden anlaşılıyordu.
İki ay sonrada sebepsiz 12 Eylül 2012 tarihinde bu kumpas kuran çeteler beni işten çıkarmakla kurtuluş yolunu seçtiler.
O günkü bölge müdürü aynen şunu sözlü söyledi. Biliyorsun yeni genel müdür Ocak ayında görevine başladı. Kendi adamlarıyla çalışacak. Tebliğ yazısına ise performans yetersizliği yazıyordu. Oysa aynı günün sabahı hesabına başarı performans primi yatırmışlardı. Skandala imza atıyor hem de 12 Eylül 2012 gibi manidar bir tarihte benden kurtulmayı bu çete darbe yaparak bana ders verdiklerini düşünüyorlardı.
Bir hafta sonra bankanın yönetim kurulu başkanına gizli mektup olarak 15 sayfa özür dileyin ve geri adım atın diye yazdım.
Tavırları şuydu; biz büyük bankayız, bir şube müdürünü muhatap almıyoruz, kullanmadığın izin paraları ile ilgili de büyük banka olduğumuz için karar aldık son beş yıl harici ödeme yapmıyoruz sen ne yapacaksan yap.
Tamam dedim, size yine 16 yıl çalıştığım kurumuma ekmek yediğim kuruma saygım gereği 5 ay süre daha veriyorum. Sonra yapacaklarım karşısında çok zor durumda kalacaksınız ve bunu göreceksiniz.
Beş ay doldu. Önce Aydınlık Gazetesinde Akbank Performansta Sınıfta Kaldı diye skandal olarakhaber oldu.
Sonra bütün bu yaşadıklarımı anlattığım madem hayat sanal dönüyordu o zaman beşeri mahkemede işler çok yavaş yürüyordu, davamın ilk duruşması bile yapılmamıştı. SANAL MAHKEME kurarak videolarla kendimi aklamak için yaşadığım kumpası, ayrımcılığı, 12 Eylül manidar tarihli darbeyi, kariyerimin nasıl haksız kirletildiğini, bu sebeple iş verilmediğini bütün dünyaya ve insanlığa duyurdum.
Bir yıl sonra üzerimden reklam yapmasınlar diye videoları sildim.
Bu arada BDDK, Banklalar Birliğine, İŞKUR’a bankayı yaptığı bu ayrımcılık, kumpas ve darbe ile ilgili ayrıca yazılı talimatım olmadan adıma işsiz olduğum zaman kredi onaylamasının evrensel hukuk yasaları gereği suç olduğunu yazılı bildirdim. Önce cevap vermediler. Sonra bunu Sabah Gazetesinde Bankaların Otomatik Kredi Oyunu diye haber yapınca Bankalar Birliği telefonla bana ulaştı cevabı e-posta ile gönderdiklerini söylediler. Dedim ki tebligat yasası gereği yazılı cevap vermek zorundasınız yazılı cevabı adresime gönderin. Gönderdiler aldığım cevapta neden cevap vermediklerinin cevabı yazıyordu. Bankanın hiçbir suçu yoktur diyordu.
Bütün bunları yaparken aynı zamanda işten çıktıktan sonra kitabımı da yazmaya devam ediyordum.
Ülkemizde ordunun, aydınların, vatansever insanların yaşadığı kumpasın aynısını Akbank’a bu bankanın gerçek neferleri olarak bizler yaşadık en ibretini ben yaşadım. En büyük cevabı da benim vermem gerektiğini ilk işten çıktığım gün söyledim.
“Benim davam asrın davası olacak! ”
Siyaset+sermayenin milli ekonomiyi işbirlikçi küresel şirk kurumlarıyla talan ettikleri son on dört yılda bu talana karşı çıktığım içinde hedef seçildim.
O zaman bu gaflete, delalete, garabete ve ihanet boyutu olan işbirliğine işsizden kitapla MUHTIRA vererek yine Sanal Mahkeme gibi dünyada bir ilki daha gerçekleştirmeliyim dedim.
İçimdeki sesi dinledim. Tek başıma yaptım hepsini.
Kitabım Mobbıng Bank Skandalbank’ın Skandalları Türk Fırtınası 21 Aralık 2015 tarihinde en uzun gecede çıktı ve mahşer denizi olan fitne ve fesat ile toplum mühendisliği yaptıkları sosyal ağ denen denizde gemi sırrıyla yüzmeye başladı.
Mahşer Tufanı kopacağını bilmiyordum. Yalnız içimdeki sesin çok önemli bir dönüm noktası yaşatacağını hissediyordum.
13-19 Ocak 2016 6 günde mahşer tufanı koptu. 31 Ocak kuruluş tarihi olan Akbank kuruluş yıl dönümünü mahşer koptuğu günde yaptı. Ve kurulduğu gün itibarını batırdı.
Kitabım Yeniçağ Gazetesinde köşe yazarı Remzi Özdemir tarafından “Bankacılığın Acı Kitabı” adlı yazıyla ulusal basında da haber yapıldı. Kendisine bu desteği ve cesareti için çok teşekkür ederim.
Çünkü sermaye kitapçısı D&R kitabımı sattırmamak için soranlara yok dedi, gelmeyecek dedi, internet şubesinde Türk Fırtınası ve Bayrağını kapakta kapattı. Hala aynı. Bunların bize düşmanlığını göstermeye bu bile fazlasıyla yeter.
19 Ocak 2016 tarihi bunu bütün dünyaya ve insanlığa açıkladım. Ayrıca sermaye gizli derin devletinin başının Mustafa Koç olduğunu belgesi ile herkese açıkladım. Bir gün sonra hayatını durup dururken kaybetti. Yaratan mahşer tufanının ibreti gereği canını aldı. Firavun sonrası son ibret yaşandı. Canlı helak oldu bütün zalimler. Mustafa Koç ibret adına yaratan tarafından canı alındı. Çünkü dünya sermaye mafyasıyla işbirliği yaparak Türk Mevsimi renkli darbesini kendisi yönetiyor, gazeteci, iş adamı, siyasetçileri 2007 yılından bu yana muhtelif gizli toplantılara çağırarak dünya sermaye mafyası lehine siyasete, medyaya, sermayeye sızdırarak algı operasyonları ile toplum mühendisliğini kendi ve işbirliği içinde olduğu derin sermaye mafyası adına yapmaktaydı.
Son on dört yıllık siyasi iktidar bu sermaye ile işbirliği içindeydi. Ülkemizin önemli kurumlarını özelleştirme ile ele geçirdiler. Torba ve gece kanunlarıyla Türk Milletinden habersiz maden ruhsatları küresel şirk ve bağlantılarına satıldı. Üretim tekelleşti. Para dahil her ürün ithal edildi. Borç, tüketim, teknoloji, banka, inşaat ile ekonomi balonlarını şişirdi, işsizlik üretti ve üretmeye devam ediyor.
Amaç ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak çökertmek ve bölmekti.
15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan askeri darbe girişimi de bunun bir parçasıdır.
Darbe sonrası ordumuzun kurumsal kimliğini daha da zayıflatmak ve orduyu kendisine başlayarak tek adam devleti yapma niyeti devam etmektedir.
Siyaset, sermaye, medya, dinci cemaat ve tarikatlar ve bu işbirliğine destek olan herkes kumpaslarla, ayrımcılıklarla, baskı ve şiddet uygulayarak, toplumu kutuplaştırarak bölmek ve parçalamak projesiydi.
Büyük Orta Doğu Projesi zaten bölgemizde ikinci bir şer devlet kurmak çabasıydı. Siyaset ve sermaye bu konuda açılım barış adı altında akiller ile verdikleri destekle aynı amaca hizmet ediyorlardı.
Ülkemizde gizli devlet çetesi sadece cemaatler olmayıp asıl çete sermaye ve finans çetesidir. Bunlar kanunla korunmaktadır. Siyasi partilere, medyaya ve loca örgütlerle faaliyetlerini sürdürmektedir. Kanundan aldıkları güçlerle ve kurumlar yapılarla niyetlerini gizli gerçekleştirmektedirler.
Sermaye ve finans çetesi cemaat terör örgütü kadar hatta ondan daha sinsi ve tehlikelidir.
Bu sebeple borsa kapatılmalı, sermaye ve finans çetesinin karakolu olan bankalarla ilgili yabancı banka faaliyetleri yasaklanmalıdır. Hukuk içinde tüm bankalar kamulaştırılmalı, kredi kartı ve kanınla korunan bireysel kredi tefeciliğine son verilmelidir. Yabancı bankaların ülkemize gelme sebebi kredi kartı ve bireysel kredi tefeciliği ile yüksek kazanç elde etmeleridir.
İnşaat sektörünün amacı da hem rant hem de bankaları zenginleştirmekti.
Bankalar tam bağımsız milli ekonomi için kamulaştırılmalı üretime, ihracata, ticaretin finansmanı ve istihdama yönelik kredi vermelidir.
Ayrıca son on dört yılda yaptıklarından dolayı mağdur edilen her bankacıya itibarı geri iade edilmeli, işlerine geri dönmeleri sağlanmalı, bu bankalara gereken ceza sosyal devlet gereği ve insana baskı, şiddet ve zulüm yaptıkları için cezalandırılmalıdır.
Önder Karaçay

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Cambaza Bak Cambaza // Bumerang // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Cambaza Bak Cambaza // Bumerang // Önder Karaçay: Kullanıp atmayı da öğrendiler, nereden öğrendikleri belli,  Kullanıldılar, atıldılar, kandırıldılar, bunlar hep yanlış anlaşıldı,  Siz ...

Cambaza Bak Cambaza // Bumerang // Önder Karaçay

cambazlar

Kullanıp atmayı da öğrendiler, nereden öğrendikleri belli, 
Kullanıldılar, atıldılar, kandırıldılar, bunlar hep yanlış anlaşıldı, 
Siz sadece ahmak diyebilirsiniz, 
Sıyırmanın ve bir uçtan öbür uca kaymanın acısı! 
Geçer.
Ordumuzun kozmik odasına kozmetik oda demişlerdi, 
Savaş, sıkıyönetim vb planları düşmana verdiler, 
Bu darbe girişimi de belki bu planlarla gerçekleştirdiler.
Hukuk devletinde iyi ki kandırılmış olmak, ahmaklık suç değilmiş, 
Baksanıza ne bir kandırılan hukuk karşısında ne de bir ahmak!
Hainliğe göz yummayı suç olmaktan kim çıkardı? 
Ya da ne zaman çıktı da bizim haberimiz yok!
Güneş balçıkla sıvanmıyor, 
Yalanı bir başka yalan kapatamıyor.
Sivilcelerin kimi yetişmiş, kimi yetişmeden patladı, 
İrin renkleri bu sebeple farklı, 
Koku alma algınız varsa yandınız, 
Daha ne kadar patlatılacak sivilce var bilmiyoruz.
İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kapkara, 
Muhalefet istemekten utanıyor, iktidar zaten vermek istemiyor ki!
Ne istiyor ya da neyi utanıp isteyemiyorlar? 
Bütün ve asıl suçluların yargılanmasını!
Bu darbede suçun üzerini örtemiyor..
Biz beklentiyi en son Sivas Madımak oteli katliamından sonra unuttuk, 
Faili meçhul cinayetlerin üzerini örterken kaybettik hukuk ve adaleti, 
İnsan yakan ve insan yakmakla övünen ve onları savunanları, 
Baş tacı ettiğimizde aklın yolundan zaten ayrılmıştık.
Nabza göre şerbet verme siyaseti üretti bu hastalıkları, 
Koca ülkeyi ve milleti bir veya birkaç kişiye kurban etmeyi!
Görülen lüzum üzerine vicdansızlık bu demek ki!
Yeni kökleşmeye başlayan demokrasiyi katleden, 
1950 zihniyetinin ardılı bugüne gelişi başlatmıştı.
Madem halk istiyor diye reye dönüşecek sloganlar rağbet görüyor, 
Halk eşit gelir dağılımı isteyince neden duyulmuyor, 
İşsizliğe çare bulun diyenleri neden duyan olmuyor, 
Herkesin ağzında idam geri gelsin şovenliği rağbet görüyor.
Militanlar ne zamandan beri millet oldu? 
Üç beş slogan atana teslim mi olacağız?
Pahalılık, terör, korku, torpil, betonlaşma, rant, 
Ormanların kesilmesi, alış veriş merkezleri, tüketim, ithalat, 
Borca bağımlılığın bitmesini hatta neden arttığını da halk soruyor, 
İşine gelmeyen her konu duyulmuyor.
Irak ve Suriye de neler oluyor? 
Yarın burada yaşananlar bize nasıl dönecek? 
Kimi veya kimleri sorumlu tutacağız? 
Bu vahşi paylaşımın suçlusu kim veya kimler olacak?
Taşeronları arıyoruz!
Her gün şehit geliyor, kimsenin umurunda değil, 
Birileri meydanlara insanları toplayıp, 
İlle de bana demokrasi kahramanı diyeceksiniz diyor.
Pazarlık kozu da büyük şeytanın eline geçti, 
Ötecek şimdi sen o zaman cambaza bak cambaza!
Önder Karaçay

28 Temmuz 2016 Perşembe

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Laiklik // Bumerang // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Laiklik // Bumerang // Önder Karaçay: Laiklik devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan olmazsa olm...

Laiklik // Bumerang // Önder Karaçay

laiklik-10d9-b3e5-15e1

Laiklik devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan olmazsa olmaz prensiptir.
 
Seküler diyalektik Türkçeye laiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilir.
 
Kavramlar, her iki biçimde de cismi ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifade etmektedirler.
 
Büyük insan Mustafa Kemal Atatürk Osmanlının yıkılması sonrasında Türk Milleti ile savaşarak kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşaması için; “Bu ülke batının emperyalizminden, doğunun vicdan sömürüsünden kurtulursa ancak o zaman aydınlık günlere kavuşur” demiş ve bu dengeyi bu ülkede kurmuş, yaşatmış tek devlet adamıdır.
 
Onun yokluğunu fırsat bilen batıya para ve çıkar için satılan dinciler milli ekonomiyi savunan devletçilik ilkesini 1950’den bu yana başlayarak içini boşaltarak reform, kriz, vurgun, darbe ve kanunla korunan hukuksuzluklarla siyasetçi, dinci, sermaye ve diğer her türlü yapıların batı ve işbirlikçi sermaye çeteleri vatanımızı ve milletimizi bu noktaya getirmiş olup birileri hala batı uşaklığı yapmaya devam adına çabalarını sürdürmektedirler.
 
Vicdan cüzdana daldığı günden bugüne vatanı, ülkeyi, devleti, kurumları, insanımızı satmak adeta meslek olmuştur.
 
İmam hatip liseleri kapatılıp askeri liselere liyakat kurallarına uygun sınav sorularını çaldırmadan öğrenci almayı başaran sistem kurulacağına hala aynı yanlışlar torba yasa mantığı toptancı uygulamalarla ileride başka büyük sorunlar açacak hukuk bunun neresinde dedirtecek uygulamalar olağanüstü hal kılıfı içine gizlenmiş bir niyete dönüşmektedir.
 
Bugün sorun iyi insan yetiştirmeme sorunudur. Bugün liyakat sistemini terk etmiş, namaz kılma şartıyla devleti işgal eden her niyete kucak açanların devletin içini hangi niyet ve sebeple görevden uzaklaştırmalar kendilerini sorgulatır hale getirebilir.
 
Bu kadar bir kadrolaşma terör ürettiyse buna göz yuman, izin veren, önünü açanların hesap vermesi gerekir.
 
Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır.’ Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte din adına devlet düzenini bozacak davranışları önlemekle yükümlüdür.
 
Atatürk’e göre laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürluğü de demektir.
 
Bugün 12 bakanlıktan daha fazla bütçe ayrılan Diyanet İşleri sadece bir mezhebe devletin ve milletin kaynaklarını aktaran, kullanan, kurslarda militan yetiştiren bir tehlikeye dönmüştür. O kurslarda görev alanların liyakat kurallarına bakıldığında kara bir çarşaf örtmek yeterli görülmektedir.
 
İslam bez dini değildir.
 
Camiler siyaset yapılan yapılara ve para tahsilat bürosuna dönüşmüşlerdir.
 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. maddesine aykırı bir yapılanmaya dönüşmüştür Diyanet İşleri Başkanlığı.
 
“Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
 
Bunu sadece Anayasa ile anlatmakta yetmez.
 
Türk Hümanizmi adlı eserinde Suat Sinanoğlu, Atatürk’ün devrimlerinin ve reformlarının getirdiği kurum ve kuruluşların hümanist ruhu temsil ettiklerini ve bu ruhun TBMM, Medeni Kanun gibi eserleri taşıdığını belirtti. Bir insani değerler sistemi olarak tanımlanan hümanizm, cinsiyet, inanış veya başka bir fark gözetmeyen ulusçu ve eşitlikçi yapısı ile Laik Cumhuriyet’in temel felsefesi olduğu biçiminde yorumlandı.
 
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması yolunda hukuk alanında yapılan devrimler ve yenilikler, Cumhuriyet döneminin en önemli çağdaşlaşma hamleleri olarak ceza hukuku ve medeni hukuk düzenlemeleri ile gerçekleştirildi. Kadın veya erkek, kişisel kanaatlerine bağlı olmaksızın tüm vatandaşların eşit yasal haklara sahip olmaları ve hukuk birliğinin tesis edilmesi bu alanlardaki düzenlemeler ile gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen hukuk devrimi ile Sened-i İttifak’tan bu yana devam eden anayasallaşma süreci tamamlandı, hem hukuk hem de eğitim alanlarında Tanzimat ile birlikte oluşturulan ikili yapılara son verildi ve çağdaşlaşma süreci temellerine oturtuldu.
 
Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bir devlet olarak kurulmuştur. Yani toplum, kendi kaderi hakkında karar verebilme erkine sahiptir ki; bu topluluğa “Türk ulusu” denir. Ulusun tebaası ne bir ırk, ne de bir ümmettir. Ulus, haklarını akla göre düzenleyen toplumdur. Bu bakımdan egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olması demek, devletin “laik” olması demektir. Bazı çevreler, Türk Hukuku’nda laikliğin bir tanımının olmadığını iddia etmektedirler. Oysa Anayasanın 24. maddesi, laikliği, rasyonalist felsefenin çözümlemesine göre tanımlamıştır:
 
Laik toplum ve devlet yapısına verdiği önemle Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Atatürkçü düşünceyi başarı ile edebiyat alanına kazandıran Falih Rıfkı Atay, Türk Hümanizmi eseri ile Suat Sinanoğlu, Atatürk döneminin efsane Milli Eğitim Bakanı ve Dünya Klasikleri’nin Türk diline kazandırılmasını sağlayan Hasan Âli Yücel, Tonguç Baba olarak anılan ve Köy Enstitüleri alanındaki üstün çalışmaları ile bilinen İsmail Hakkı Tonguç, Cumhuriyet’in 50. yılına armağan ettiği Türkiye’ de Çağdaşlaşma isimli kitabı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 75 adetlik ender kitapları arasında gösterilen Niyazi Berkes, daha gerilere gidilecek olursa Yunus Emre gibi tarihi kişilikler Türkiye’de hümanist değer yargısının gelişmesine rehberlik eden saygın düşünürler oldular.
 
Bugün hepimizin sahip çıkması gereken Atatürk ilke ve devrimleri olup bunun gereği özgürlük ve tam bağımsızlık için en büyük iki tehlike Laikliğin tamamen yok edilme niyeti ve milli ekonomiye yeniden geri dönmemektir.
 
Atatürk’e göre “her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmak irticadır”. İrtica, devletin laikleşmesiyle ilgili olarak kanun koyucunun hukuki normlarına aykırı hareketler, devletin dayandığı ana değerlere aykırı görüşleri bu açıdan etiketlemesi şeklinde tanımlanmakla beraber, dini kamuoyundaki dini vecibeleri yerine getirme davranışları ile bu anlayış sıklıkla karıştırılmakta, hatta seçimle işbaşına gelse dahi eğer bu aykırılık görülürse devlet en başta ordu kurumu olmak üzere müdahale edebilmektedir. Burada devlet, demokratik açıdan her türlü düşünceye geçit verse bile, bu düşüncelerin dine dayanıp dayanmadığı noktasında laikliğe aykırı hareketler kapsamında irticayı temel terim olarak benimsemiştir.
 
Bu benimseme son kırk yılda vatanımız ve milletimiz aleyhine yapıların devleti milletimiz adına yönetenlerin ihmali, işbirliği, görmezden gelmesi, yardım etmeleri sonucu gerçekleşmiştir.
 
Albert Eintein’in dediği gibi “Problemi yaratanlarla problemi çözemezsiniz” gerçeğini görmez ve anlamazsak başka yanlışların taşları bu kötülüğü yapanların kendini kurtarma çabasına dönüşmesi devletimizi kurtarmayacağı gibi ileride daha başa çıkılması zor bir belayı da büyütür.
 
Aynı yöntemleri uygulayarak farklı sonuç alınmayacağı bilindiği halde hukuksuz işler yapılırsa eğer bu vebalin altından hiçbir sorumlu kalkamaz.
 
15 Temmuz 2016 gecesi yaşananlar bize dincilerle dincilerin kavgasının başımıza bela yapmasına yol açtığını, irticanın laikliği tehlikeye attığını ve Atatürk’ün dediği gibi“Laiklik adam olmaktır” sözünü her bilince tokat gibi indirmiştir.
 
Önder Karaçay

26 Temmuz 2016 Salı

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Cehalet // Bumerang // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Cehalet // Bumerang // Önder Karaçay: “Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır.” // Mustafa Kemal Atatürk Toplumlardaki cerahatin adıdır cehalet. Cahil bilmeyen mi...

Cehalet // Bumerang // Önder Karaçay

CoM-lP6WAAAOFjQ

“Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır.” // Mustafa Kemal Atatürk
Toplumlardaki cerahatin adıdır cehalet.
Cahil bilmeyen midir?
Bilen midir?
Bildiğini sanan mıdır?
En çetrefilli tarafı cehaletin toplumun her kesiminde ve statüsünde olabildiği gerçeğini görebilmektir.
Cehaletin bir tanımını da bir toplumda bu güçleştirir,
Bilmeyen bilmiyor haliyle mutludur, öğrenmek ihtiyacı duymaz,
Sürdürülebilir cehalettir, çünkü çok faydası olmadığı gibi zararı da olmaz.
Bilen eğer her şeyi biliyorum egosuna bürünür,
Ya da bildiğini kötüye niyeti ve çıkarı için kullanırsa,
En tehlikeli cehalet türüdür,
Bu cerahat toplumda fark edilmediği için genelde görülmez.
Medya ve teknoloji destekli cehaletin örnekleri bu silahları kullanarak saklanırlar.
Bildiğini sananlar kendilerine göre en bilgili, en mutlu, en başarılı insanlardır,
Her konuda tek bilgili kendilerini sanırlar,
Yobaz cehalet bunun en güzel örneği olmakla birlikte,
Bilen cehaletle birlikte diğer en tehlikeli cehalet türleridir.
Geriye ne mi kaldı?
Biliyorum cehaletin türü kalmadı, yalnız cehaletin kendisinin ne olduğunun anlaşılması kaldı.
Belki de en önemli konu buradan sonrası!
Eğer bir toplumda ahlaklı ve sorgulamasını bilen insan yetiştirmezseniz,
İşte toplumu eğitim ve öğretim yaptığını sandığınız,
Din adına tarikat localarında, siyaset adına parti localarında,
Sermaye adına holding localarında,
Bölünmüş ve çıkara hizmet eden cehalet üretirsiniz.
“Milli eğitimi siyasetin arka bahçesi yapmasına izin veren toplumların kaderinde, 
cehalet cerahat üretir.” 
Bunun faturasını da o cehaletin ilk başlangıç noktasından sonraki her kuşak,
Devrimle tersini yaparak ahlaklı iyi insan yetiştirene kadar bile sürmeyebilir,
Çünkü cehalet ürettiği cerahatle hukuksuzluk doğurur,
Adalet ölürse o toplum çürür ve yok olur.
Cehalette demek ki kurutulması gereken bataklıklar,
Sinsi niyetlerle toplumlara sızan, kanun kılıfıyla korunan,
Kötü niyetlerine insan devşirerek cehaleti örgütleyen,
Sermaye, siyaset, din adına vakıf, dernek, holding, tarikat localarıdır,
Bu ağın bağlarını kestiğinizde toplum milli çıkarlarda örgütlenir,
Eğitim ve öğretimle ahlaklı insan çoğalmasıyla cehalet söz konusu bile olmaz.
Bu sinsi örgütlenmeler fanatik öfkelerde üretebilirler,
Bu tür cehalete örgütlenerek kendini kurban edenlerin,
Cahil ve cehalete kurban olduklarının bile farkında olmamaları da çok büyük tehlikedir.
Bildiği halde muhtaçlığı sebebiyle kendini sermaye holdinglerinin şirk kurumlarında,
Ekmek parasına ömrünü tüketenlerin hepsini bu anlamda suçlamak doğru olmaz,
Çaresizliği sömürerek cehaleti ayakta tutanlar asla karşısında,
Haklı ve örgütlü bir öfke görmezse utanmaz ve bu asla son bulmaz.
Bir toplumun başına gelebilecek en tehlikeli durum cehalettir,
Bu da ancak bedelini ödeyerek kendi rızamızla geleceğimiz çocuklarımızı,
Bu kötü niyetlerin eline verdiğimiz için gerçekleşir.
İnsan olmak cehaletin tuzaklarından kendini,
Gelecek kuşakları koruyabilmektir.
Cehaletin tek amacı halkı aptallaştırmak, bölmek, parçalamak,
Cehaleti üretenlerin hırsızlığını örtmektir,
Bir toplumda eyleme geçen cehalet felaketlerin ilk habercisidir.
Cehalet adına cahilleştirilmiş insanların sesleri çok çıkar yalnız içleri boştur,
Ne kadar uğraşırsan uğraş o tür cehaleti bir tek ölüm yener.
Bir toplum ilerlemek istiyorsa yenmesi gereken ilk düşmanı cehalettir,
Cehaletle ilerlemiş dünyada ve insanlık tarihinde tek bir toplum olmadığı gibi,
Gelişmiş toplumların cehaletle boğuşan toplumlar sürekli yemi olmuştur.
Cehaletle ilgili en güzel sözlerden birini Mevlana etmiştir;
“Cahille girme münakaşaya,
Ya sinirini zıplatır tavana,
Ya da yazık olur adabına.”
Ahlakla elde edilmiş bilgi kadar bir zenginlik,
Cehalet kadar zenginliği yok eden bir başka yoksunluk/yoksulluk yoktur.
Cehalet yükseldi özgürlük alçaldı kaldı,
Adalet mülkün temeliydi, hukuk öldü iskeletini kim aldı?
Cahiller genellikle kendi düşmanları kendileri olup,
Bunu asla kabul etmezler, cehaleti örgütleyenlerin dostudur cahiller.
“Bir toplumu ihya etmek için ne kadar akıl ve bilim yolunda çaba gerekiyorsa, 
O toplumu imha etmek için toplumun yarısı kadar cehalet yeterlidir.”
“Cehaletle beslenen her toplumda sonsuz mutluluk vardır, 
Çünkü cehalet halinden memnun köle üretir.” 
Hayatta kaderimiz yolun tamamı olmadığı gibi kader bizi yol ayrımına kadar getirir,
Gerisi yolcu olan bize aittir.
Her yol ölümle biter hayatta, o yolu ahlakla geçmişsen merhamettir,
Ahlaksız yollardan kat etmişsen cehalettir.
“İnsanda küstahlığı üreten bilgi değil cehalettir.” 
Kendini ayrıcalıklı sananların çok olduğu ve ayrıcalıklı olanların korunduğu toplumlarda,
Cehalet bizzat bu kendini ayrıcalıklı sanan ve onları koruyanların kendileridir,
Korunmasız ve örgütsüz çaresizliğe terk edilerek sömürülen insanlara cahil denemez.
Kandırmak kandırılmış olduğuna inandırmaktan kolay olduğu müddetçe,
O toplumda cehaleti bitiremezsiniz.
Toplumlarda yığın üretme psikolojisinin sosyolojisinde,
Sorma, sorgulama, okuma, araştırma yoktur,
Sadece biat ile itaat etmek vardır.
“İnsanın bilinç altında cehaleti yenemezsin hissi uyandıran, atalet duygusunun adıdır cehalet.”
Önder Karaçay