28 Temmuz 2016 Perşembe

Laiklik // Bumerang // Önder Karaçay

laiklik-10d9-b3e5-15e1

Laiklik devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan olmazsa olmaz prensiptir.
 
Seküler diyalektik Türkçeye laiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilir.
 
Kavramlar, her iki biçimde de cismi ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifade etmektedirler.
 
Büyük insan Mustafa Kemal Atatürk Osmanlının yıkılması sonrasında Türk Milleti ile savaşarak kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşaması için; “Bu ülke batının emperyalizminden, doğunun vicdan sömürüsünden kurtulursa ancak o zaman aydınlık günlere kavuşur” demiş ve bu dengeyi bu ülkede kurmuş, yaşatmış tek devlet adamıdır.
 
Onun yokluğunu fırsat bilen batıya para ve çıkar için satılan dinciler milli ekonomiyi savunan devletçilik ilkesini 1950’den bu yana başlayarak içini boşaltarak reform, kriz, vurgun, darbe ve kanunla korunan hukuksuzluklarla siyasetçi, dinci, sermaye ve diğer her türlü yapıların batı ve işbirlikçi sermaye çeteleri vatanımızı ve milletimizi bu noktaya getirmiş olup birileri hala batı uşaklığı yapmaya devam adına çabalarını sürdürmektedirler.
 
Vicdan cüzdana daldığı günden bugüne vatanı, ülkeyi, devleti, kurumları, insanımızı satmak adeta meslek olmuştur.
 
İmam hatip liseleri kapatılıp askeri liselere liyakat kurallarına uygun sınav sorularını çaldırmadan öğrenci almayı başaran sistem kurulacağına hala aynı yanlışlar torba yasa mantığı toptancı uygulamalarla ileride başka büyük sorunlar açacak hukuk bunun neresinde dedirtecek uygulamalar olağanüstü hal kılıfı içine gizlenmiş bir niyete dönüşmektedir.
 
Bugün sorun iyi insan yetiştirmeme sorunudur. Bugün liyakat sistemini terk etmiş, namaz kılma şartıyla devleti işgal eden her niyete kucak açanların devletin içini hangi niyet ve sebeple görevden uzaklaştırmalar kendilerini sorgulatır hale getirebilir.
 
Bu kadar bir kadrolaşma terör ürettiyse buna göz yuman, izin veren, önünü açanların hesap vermesi gerekir.
 
Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır.’ Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte din adına devlet düzenini bozacak davranışları önlemekle yükümlüdür.
 
Atatürk’e göre laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürluğü de demektir.
 
Bugün 12 bakanlıktan daha fazla bütçe ayrılan Diyanet İşleri sadece bir mezhebe devletin ve milletin kaynaklarını aktaran, kullanan, kurslarda militan yetiştiren bir tehlikeye dönmüştür. O kurslarda görev alanların liyakat kurallarına bakıldığında kara bir çarşaf örtmek yeterli görülmektedir.
 
İslam bez dini değildir.
 
Camiler siyaset yapılan yapılara ve para tahsilat bürosuna dönüşmüşlerdir.
 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. maddesine aykırı bir yapılanmaya dönüşmüştür Diyanet İşleri Başkanlığı.
 
“Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
 
Bunu sadece Anayasa ile anlatmakta yetmez.
 
Türk Hümanizmi adlı eserinde Suat Sinanoğlu, Atatürk’ün devrimlerinin ve reformlarının getirdiği kurum ve kuruluşların hümanist ruhu temsil ettiklerini ve bu ruhun TBMM, Medeni Kanun gibi eserleri taşıdığını belirtti. Bir insani değerler sistemi olarak tanımlanan hümanizm, cinsiyet, inanış veya başka bir fark gözetmeyen ulusçu ve eşitlikçi yapısı ile Laik Cumhuriyet’in temel felsefesi olduğu biçiminde yorumlandı.
 
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması yolunda hukuk alanında yapılan devrimler ve yenilikler, Cumhuriyet döneminin en önemli çağdaşlaşma hamleleri olarak ceza hukuku ve medeni hukuk düzenlemeleri ile gerçekleştirildi. Kadın veya erkek, kişisel kanaatlerine bağlı olmaksızın tüm vatandaşların eşit yasal haklara sahip olmaları ve hukuk birliğinin tesis edilmesi bu alanlardaki düzenlemeler ile gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen hukuk devrimi ile Sened-i İttifak’tan bu yana devam eden anayasallaşma süreci tamamlandı, hem hukuk hem de eğitim alanlarında Tanzimat ile birlikte oluşturulan ikili yapılara son verildi ve çağdaşlaşma süreci temellerine oturtuldu.
 
Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bir devlet olarak kurulmuştur. Yani toplum, kendi kaderi hakkında karar verebilme erkine sahiptir ki; bu topluluğa “Türk ulusu” denir. Ulusun tebaası ne bir ırk, ne de bir ümmettir. Ulus, haklarını akla göre düzenleyen toplumdur. Bu bakımdan egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olması demek, devletin “laik” olması demektir. Bazı çevreler, Türk Hukuku’nda laikliğin bir tanımının olmadığını iddia etmektedirler. Oysa Anayasanın 24. maddesi, laikliği, rasyonalist felsefenin çözümlemesine göre tanımlamıştır:
 
Laik toplum ve devlet yapısına verdiği önemle Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Atatürkçü düşünceyi başarı ile edebiyat alanına kazandıran Falih Rıfkı Atay, Türk Hümanizmi eseri ile Suat Sinanoğlu, Atatürk döneminin efsane Milli Eğitim Bakanı ve Dünya Klasikleri’nin Türk diline kazandırılmasını sağlayan Hasan Âli Yücel, Tonguç Baba olarak anılan ve Köy Enstitüleri alanındaki üstün çalışmaları ile bilinen İsmail Hakkı Tonguç, Cumhuriyet’in 50. yılına armağan ettiği Türkiye’ de Çağdaşlaşma isimli kitabı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 75 adetlik ender kitapları arasında gösterilen Niyazi Berkes, daha gerilere gidilecek olursa Yunus Emre gibi tarihi kişilikler Türkiye’de hümanist değer yargısının gelişmesine rehberlik eden saygın düşünürler oldular.
 
Bugün hepimizin sahip çıkması gereken Atatürk ilke ve devrimleri olup bunun gereği özgürlük ve tam bağımsızlık için en büyük iki tehlike Laikliğin tamamen yok edilme niyeti ve milli ekonomiye yeniden geri dönmemektir.
 
Atatürk’e göre “her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmak irticadır”. İrtica, devletin laikleşmesiyle ilgili olarak kanun koyucunun hukuki normlarına aykırı hareketler, devletin dayandığı ana değerlere aykırı görüşleri bu açıdan etiketlemesi şeklinde tanımlanmakla beraber, dini kamuoyundaki dini vecibeleri yerine getirme davranışları ile bu anlayış sıklıkla karıştırılmakta, hatta seçimle işbaşına gelse dahi eğer bu aykırılık görülürse devlet en başta ordu kurumu olmak üzere müdahale edebilmektedir. Burada devlet, demokratik açıdan her türlü düşünceye geçit verse bile, bu düşüncelerin dine dayanıp dayanmadığı noktasında laikliğe aykırı hareketler kapsamında irticayı temel terim olarak benimsemiştir.
 
Bu benimseme son kırk yılda vatanımız ve milletimiz aleyhine yapıların devleti milletimiz adına yönetenlerin ihmali, işbirliği, görmezden gelmesi, yardım etmeleri sonucu gerçekleşmiştir.
 
Albert Eintein’in dediği gibi “Problemi yaratanlarla problemi çözemezsiniz” gerçeğini görmez ve anlamazsak başka yanlışların taşları bu kötülüğü yapanların kendini kurtarma çabasına dönüşmesi devletimizi kurtarmayacağı gibi ileride daha başa çıkılması zor bir belayı da büyütür.
 
Aynı yöntemleri uygulayarak farklı sonuç alınmayacağı bilindiği halde hukuksuz işler yapılırsa eğer bu vebalin altından hiçbir sorumlu kalkamaz.
 
15 Temmuz 2016 gecesi yaşananlar bize dincilerle dincilerin kavgasının başımıza bela yapmasına yol açtığını, irticanın laikliği tehlikeye attığını ve Atatürk’ün dediği gibi“Laiklik adam olmaktır” sözünü her bilince tokat gibi indirmiştir.
 
Önder Karaçay

1 yorum:

  1. 15 Temmuz 2016 gecesi yaşananlar bize dincilerle dincilerin kavgasının başımıza bela yapmasına yol açtığını, irticanın laikliği tehlikeye attığını ve Atatürk’ün dediği gibi“Laiklik adam olmaktır” sözünü her bilince tokat gibi indirmiştir.

    YanıtlaSil