Abdülhamit korkaktı ve paranoya kaynaklı vesveseli biri
olarak tahta çıkmıştı.
İhbarla devlet yönetiyor, işine gelmediğini sürgüne
gönderiyordu.
Geri dönmesini istemediği yurtseverleri Fizan’a bile gönderdi.
Tahta çıkar çıkmaz, meclisi kapatarak sopayla 33 yıl istibdat
yaşattı.
İşin en ilginç tarafı meclis kapatan bir sultana bugün ki meclis
başkanımızın hayranlığıdır. Demek ki kendisine o hal ile saf dışı bırakılması
yetmemiş olmalı ki daha fazlasını istemektedir.
Sarayından dışarı hiç çıkamadı, kendisi tahtan indirilip
sürgüne gönderilene kadar sürdü bu tutumu.
Osmanlı İmparatorluğu onun zamanında, en büyük toprak kaybını
yaşadı 1,5 milyon m2 toprak kaybeden bir padişahın örnek alınması toprak kaybı
hayranlığından olsa gerek. Suriye’de Süleyman Şah türbesinin toprağını
kaybettiklerini, Yunanistan’ın 17 adamızı işgal ettiği halde söylentilere göre
o ülkeye verdiklerine dair ateş olan yerde dumanı tüttürüyor.
Kıbrıs’ı da parayla ilk Abdülhamit satmıştı.
Bu vehimli korkak sultanın bir marifeti daha vardı, tahta
çıkarken bir önceki sultanında öldürülmesinde rol almıştı.
O günün dünyada en güçlü donanması olan, donanmayı Haliç’e
hapis ederek paslanmaya terk etti. Donanmanın etkisini yitirmesi sonucu
Vahdettin vatanı İngilizlere Serv ile teslim etmişti.
Donanmayı kendini tahtan indirecek tehlike olarak görüyordu,
nasıl ki son on dört yılda ordumuz tehlike olarak görülüp kumpaslara kurban
edenler şimdi kendilerine hayranlıklarının kodlarını gösteriyorlar.
Dayatmacı, zorba, jurnal ihbarlara inanarak masum canı
yakan, o son sultanın sosunu çok beğenmiş olmalılar ki kumpas davalarda gizli
tanık hilesi ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası canı yakılması gerekenleri
ihbarlarla hukuka uygun olmayan yöntemlerle şaibesi yüksek düzeyli ve sayıda
insanı mağdur ettikleri izlenmektedir.
Güneydoğu bölgesine önce terör örgütünün yerleşmesine açılım
ile göz yumduktan sonra vatanı geri kazanıyoruz diyecek kadar, son sultanı
aratacak hale düştüler ve ihanetlerini kendi ağızlarıyla itiraf etmek zorunda
kaldılar.
Yine de bu yobaza ve toprak kaybeden vatan hainine olan
hayranlıkları bitmedi, tarihte örnek alınabilecek belki de en son kişiyi örnek
alanların o kişiye benzerlikleri ve uygulamaları, meclisi hiçe sayarak dayatma
ile ülke yönetme inatları Abdülhamit sultanın ne olduğunu da anlaşılmasını
sağladı.
Tarihini bilmeyen bir milletin kötüyü tekrar ederek
öğrenmesi ödenen bedelin ilk faturasıdır.
Taht, saray, dayatma, meclisi hiçe saymak bu kötü geçmişin
ismini kurumlara vermek neyin tekrarıydı?
Şeriat provaya mı soyundu?
Doğunun vicdan sömürüsüne alan açan şeriat batının
emperyalizmine tarihin her devrinde uşak olmuştur. Bugün yine aynı sahne
tekrarlanmaktadır.
Emperyalizm tarihi bir silah olarak iç taşeronlarla
kullanmaya devam ediyor.
Husumet dünyasının içimizden taşeronu ve oyuncusu tarihin
her devrinde eksik olmamıştır.
Bu gerici müstebit neden otuz üç yıl meclisi devre dışı
bırakarak istibdat zulmü ile ülke yönetti sorusunun cevabı çağdaşlaşma ve
laiklik karşıtı olmasıdır.
Bu sebeple bu zulüm sonunda ikinci meşrutiyet devrimi ile
sonuçlanmıştır.
Ülkemiz 12 Eylül 1980 sonrası aynı bu istibdat dönemine
benzer burjuva ideolojisini benimsemiş sözde sandık demokrasisi ile halktan
yetkiyi alıp sermayenin emrinde, tarikat, cemaat yuvalanmaları ile bugün yeni
bir devrimin eşiğine yine gelmiştir.
Bu süreç aynı çağdaşlaşma ve laiklik karşıtı, milli ekonomi
düşmanı işbirlikçi sermaye emrinde doksan yıllık birikimleri iç ederek rejimi
devşirmek, ülkeyi dil, din, mezhep, vatan, toprak ve ırk temelinde bölmek ve
parçalamak amaçlıydı.
1908 ikinci meşrutiyet sonrasında 33 yılın zulmü 15 yıl
sonra 1923 tarihinde Cumhuriyet devrimi ile sonuçlandı. Otuz altı yıldır devam
eden 12 Eylül 1980 istibdadı bugün sivil bir özenti istibdadına son 14 yılda
dönüşmüş olup bunun sonu yine bir Türk devrimi ile gelecektir.
Önder KARAÇAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder