9 Ekim 2016 Pazar

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Abdülhamit İstibdadı ve Günümüzdeki Taklitçileri ...

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Abdülhamit İstibdadı ve Günümüzdeki Taklitçileri ...: Abdülhamit korkaktı ve paranoya kaynaklı vesveseli biri olarak tahta çıkmıştı. İhbarla devlet yönetiyor, işine gelmediğini sürgüne gön...

Abdülhamit İstibdadı ve Günümüzdeki Taklitçileri // Önder Karaçay


Abdülhamit korkaktı ve paranoya kaynaklı vesveseli biri olarak tahta çıkmıştı.
İhbarla devlet yönetiyor, işine gelmediğini sürgüne gönderiyordu.
Geri dönmesini istemediği yurtseverleri Fizan’a bile gönderdi.
Tahta çıkar çıkmaz, meclisi kapatarak sopayla 33 yıl istibdat yaşattı.
İşin en ilginç tarafı meclis kapatan bir sultana bugün ki meclis başkanımızın hayranlığıdır. Demek ki kendisine o hal ile saf dışı bırakılması yetmemiş olmalı ki daha fazlasını istemektedir.
Sarayından dışarı hiç çıkamadı, kendisi tahtan indirilip sürgüne gönderilene kadar sürdü bu tutumu.
Osmanlı İmparatorluğu onun zamanında, en büyük toprak kaybını yaşadı 1,5 milyon m2 toprak kaybeden bir padişahın örnek alınması toprak kaybı hayranlığından olsa gerek. Suriye’de Süleyman Şah türbesinin toprağını kaybettiklerini, Yunanistan’ın 17 adamızı işgal ettiği halde söylentilere göre o ülkeye verdiklerine dair ateş olan yerde dumanı tüttürüyor.
Kıbrıs’ı da parayla ilk Abdülhamit satmıştı.
Bu vehimli korkak sultanın bir marifeti daha vardı, tahta çıkarken bir önceki sultanında öldürülmesinde rol almıştı.
O günün dünyada en güçlü donanması olan, donanmayı Haliç’e hapis ederek paslanmaya terk etti. Donanmanın etkisini yitirmesi sonucu Vahdettin vatanı İngilizlere Serv ile teslim etmişti.
Donanmayı kendini tahtan indirecek tehlike olarak görüyordu, nasıl ki son on dört yılda ordumuz tehlike olarak görülüp kumpaslara kurban edenler şimdi kendilerine hayranlıklarının kodlarını gösteriyorlar.
Dayatmacı, zorba, jurnal ihbarlara inanarak masum canı yakan, o son sultanın sosunu çok beğenmiş olmalılar ki kumpas davalarda gizli tanık hilesi ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası canı yakılması gerekenleri ihbarlarla hukuka uygun olmayan yöntemlerle şaibesi yüksek düzeyli ve sayıda insanı mağdur ettikleri izlenmektedir.
Güneydoğu bölgesine önce terör örgütünün yerleşmesine açılım ile göz yumduktan sonra vatanı geri kazanıyoruz diyecek kadar, son sultanı aratacak hale düştüler ve ihanetlerini kendi ağızlarıyla itiraf etmek zorunda kaldılar.
Yine de bu yobaza ve toprak kaybeden vatan hainine olan hayranlıkları bitmedi, tarihte örnek alınabilecek belki de en son kişiyi örnek alanların o kişiye benzerlikleri ve uygulamaları, meclisi hiçe sayarak dayatma ile ülke yönetme inatları Abdülhamit sultanın ne olduğunu da anlaşılmasını sağladı.
Tarihini bilmeyen bir milletin kötüyü tekrar ederek öğrenmesi ödenen bedelin ilk faturasıdır.
Taht, saray, dayatma, meclisi hiçe saymak bu kötü geçmişin ismini kurumlara vermek neyin tekrarıydı?
Şeriat provaya mı soyundu?
Doğunun vicdan sömürüsüne alan açan şeriat batının emperyalizmine tarihin her devrinde uşak olmuştur. Bugün yine aynı sahne tekrarlanmaktadır.
Emperyalizm tarihi bir silah olarak iç taşeronlarla kullanmaya devam ediyor.
Husumet dünyasının içimizden taşeronu ve oyuncusu tarihin her devrinde eksik olmamıştır.
Bu gerici müstebit neden otuz üç yıl meclisi devre dışı bırakarak istibdat zulmü ile ülke yönetti sorusunun cevabı çağdaşlaşma ve laiklik karşıtı olmasıdır.
Bu sebeple bu zulüm sonunda ikinci meşrutiyet devrimi ile sonuçlanmıştır.
Ülkemiz 12 Eylül 1980 sonrası aynı bu istibdat dönemine benzer burjuva ideolojisini benimsemiş sözde sandık demokrasisi ile halktan yetkiyi alıp sermayenin emrinde, tarikat, cemaat yuvalanmaları ile bugün yeni bir devrimin eşiğine yine gelmiştir.
Bu süreç aynı çağdaşlaşma ve laiklik karşıtı, milli ekonomi düşmanı işbirlikçi sermaye emrinde doksan yıllık birikimleri iç ederek rejimi devşirmek, ülkeyi dil, din, mezhep, vatan, toprak ve ırk temelinde bölmek ve parçalamak amaçlıydı.
1908 ikinci meşrutiyet sonrasında 33 yılın zulmü 15 yıl sonra 1923 tarihinde Cumhuriyet devrimi ile sonuçlandı. Otuz altı yıldır devam eden 12 Eylül 1980 istibdadı bugün sivil bir özenti istibdadına son 14 yılda dönüşmüş olup bunun sonu yine bir Türk devrimi ile gelecektir.

Önder KARAÇAY 








Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Analar Ağlamasın // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Analar Ağlamasın // Önder Karaçay: İnsana yakışan duygu; Aşkını, acısını, inancını, sevincini, Gösterişsiz yaşamasıydı. Acıma duygusu olsaydı; Ölüm ses getirsin diye, İ...

Analar Ağlamasın // Önder Karaçay


İnsana yakışan duygu;
Aşkını, acısını, inancını, sevincini,
Gösterişsiz yaşamasıydı.
Acıma duygusu olsaydı;
Ölüm ses getirsin diye,
İnsan insana kıyar mıydı?
Dışımıza örülen ağlar,
İçimize de örülmüş olmalı,
Analarda ses getirmiyor diye mi?
İçinden ağlar!
Analar ağlamasın sözünü,
Her duyduğumda,
Yüreğim dağlanır, içimiz ağlar.
Vatanı için toprağın altında yatanı,
Unutmayacak bu millet kendini ve vatanı satanı!
Hey milleti ve vatanı her önüne gelene kanarak satan,
Her ananın oğluydu vatanı!

Önder KARAÇAY 

7 Ekim 2016 Cuma

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Arapların Türk Düşmanlığının Tarihi Gerçekleri // ...

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Arapların Türk Düşmanlığının Tarihi Gerçekleri // ...: Tarihte ilk Türk Arap ilişkileri Türklerin İslamiyete geçmesinden ve hatta İslamiyet’in ortaya çıkmasından çok önce başlamıştır. İslami...

Arapların Türk Düşmanlığının Tarihi Gerçekleri // Önder Karaçay



Tarihte ilk Türk Arap ilişkileri Türklerin İslamiyete geçmesinden ve hatta İslamiyet’in ortaya çıkmasından çok önce başlamıştır. İslamiyet öncesi Türk-Arap ilişkisinin varlığını, Cahiliye Devri Arap şiirlerinde de görmek mümkündür. Bu şiirlerde Türklerin daha çok askerî yönleri ve kahramanlıkları anlatılmaktadır. Arap edebiyatı, Türk mitolojisinden ve Türk tarihinden önemli etkilenmeler yaşamış, Türk mitolojisi İslam inancına yol gösterici olmuştur.
Arapların Türklere İlk İhanet;

Araplar’ın Türklere ilk ihaneti ticari ortak oldukları Göktürkler’e ait bilgileri Türklerin doğal düşmanları olan Çinlilerle paylaşmalarıdır.
ipek yolu ticaretinde imtiyazlı bir konuma sahip olan Araplar, yine Göktürkler’e ikinci ihanetlerini Sasani-Göktürk savaşı‘nda Sasani ordusunda yer almaları ile pekiştirmişlerdir.
İhanetin bedeli;

Göktürk’lere karşı girişilen bu ilk ihanetin cezası Araplara Hazar Türkleri tarafından ödetilmiş, halife Ömer ve Osman’a bağlı Arap ordularını yenilgiye uğratan Hazarlar, doğu Anadolu üzerinden kuzey Suriye’ye girmiş, Halep ve Musul’u yağmalamış, Emeviler’den hatırı sayılır bir savaş tazminatı da alarak Araplar’a Türk kavminin gücünü ilk kez göstermişlerdir.
Talas Savaşı
Emeviler’in yıkılması üzerine normal seyrine ve hatta müttefiklik seviyesine dönen Türk Arap ilişkilerinin adeta dönüm noktası olan bu savaş esnasında da Arap ihanetleri devam etmiştir.
Siyasi nüfuzunu Abbasiler’e kaptıran ve Türkler’e sürekli husumet besleyen Arap ordusundaki Emevi kalıntıları ve Emevi komutanları bu savaşta hem kendi halklarına hem de müttefik olarak savaşa girdikleri Türkler’e ihanet etmişler, terk ettikleri mevziler dolayısıyla Arap-Türk müttefikliğine 5000 kayba mal olmuşlardır.
Abbasi dönemi ile birlikte Türklerin İslamiyet’in hamisi konumuna gelmesinden sonra ve Selçuklu döneminde, Türklerin bu imtiyazı bazı Arapların gücüne gitmiş, Türklerin İslamiyet’e katkıları hiç şüphesiz ki en çok Arapları endişelendirmiştir.
Bu vesileyle Türkleri sürekli elemine etme derdine düşmüşler, buldukları her fırsatta Türkleri arkadan vurmuşlardır.
Selçuklu döneminde bu ihanetlerin en önemli olanı Hasan Sabbah’ın ve fedailerinin yaptığı ihanetlerdir.
Haçlı Seferleri

Türklerin ve İslamiyet’in Bizans’ı tehdit edişi ve Anadolu’da ilerlemesi üzerine başlayan haçlı seferleri de tarihte en bariz ve en hain Arap ihanetlerine sahne olmuştur.
Haçlılara karşı İslam dünyasını her ne pahasına olursa olsun savunan Türklere karşı, haçlı ordularına savaşmadan teslim olan ve onlara iaşe ve lojistik destek sağlayan Arap kentleri ve aşiretlerini din kardeşimiz olarak görmek nasıl mümkün olabilir?
Haçlı Belgelerinde Arap-Fatimi İhaneti
Birinci Haçlı seferleri esnasındaki bu ihanet haçlı belgelerinde de yer edinmiştir.
Bir müddet önce, Adsızın Mısır’a girip Kahire’yi kuşatmış olduğunu göz önüne getirince, korkuya kapıldılar ve Frenklere(Haçlılara) elçiler göndererek onları Suriye’ye saldırıp orasını zapt etmeye ve kendileri ile Müslümanların arasına girmeye çağırdılar.

Üçüncü haçlı ordusunun kuruluşunda önayak olmakla tanınan on ikinci yüzyıl Haçlı tarihçilerinden Sur Piskoposu (Guillaume de Tyr)nin “Historia de Rebus gestis in partibus transmarinis” adındaki Latince tarihinin on üçüncü yüzyıl Fransızca çevirisinin 1879 Paris baskısının birinci cildinin 153. sayfasında da Mısır Halifesinin bu utanılacak ihaneti şöyle anlatır:
“(Halife) bizim başkanlarımızın Antakya’yı kuşatmış olmasından da çok seviniyordu. Kendileri ile bu hususta görüşmek üzere dostluk elçileri gönderdi. Bunlar büyük hediyeler getirip, kabulünü rica ettiler. Halifenin kendilerine geniş nispette asker, hayvan ve erzak yardımlarında bulunmaya hazır olduğunu söylediler ve kuşatmayı sürdürmelerini çok rica ettiler.”
İşte bu surette Arapların Türklere karşı besledikleri milli ve ırki kin ve garez, nihayet İslamiyet’i yok etmek için ortaya atılmış olan Haçlıların en büyük başarılarını temin ederek Antakya Haçlı Prensliği ile Kudüs Krallığı‘nın ve sonuç olarak Suriye ile Filistin’deki Latin hakimiyetinin kuruluşunda başlıca amil oldular.
Fatimilerin bu kini, Şiiliğin Sünniliğe karşı beslediği bir mezhep düşmanlığı değil, “Arapların Türklüğe karşı güttüğü ırki bir garezdir.”
Bu gerçek eski batı yazarlarının bile gözlerinden kaçmamıştır.
Mesela 18. yüzyıl Fransız tarihçilerinden profesör Mailly, “L’esprit de Croisades” adlı eserinin 1780 Paris baskısının 4. cildinin 116.sayfasında 9. Fatimi Halifesi (Elmüstali Billah Ebu-l Kasım Ahmed)in Türklere karşı Haçlılarla birleşmeye neden gerek görmüş olduğunu Miladi 1097 olaylarından söz ederken işte söyle anlatır:
“Fatimiler kendi hakimiyet sahalarında ve özellikle Suriye’de Türklerin ne kadar ilerlemiş olduklarını görerek nihayet bu akını durdurmaya karar verdiler. Musta’li o tarihten bir yıl önce Afdal’in (Ermeni dönmesi Fatimi veziri) komutasında büyük kuvvetler gönderip Haçlılar Türklerle savaştığı sırada onların da Türk fütuhatçılarına saldırmalarını emretti.”
Bu sönmez kin Şii ve Fatimi Araplara münhasır değildir.
Çünkü Fatimi hanedanının Şiiliğine karşı Mısır halkının büyük bir çoğunluğu Sünnidir. Antakya bir ihanet yüzünden düşüp Haçlıların eline geçtikten sonra, Haçlı ordusu 1099 tarihinde Kudüs’e doğru ilerlediği sırada Suriye’deki Sünni Arap Emaretleri’nin hepsi onlarla birleşmiş ve hatta Haçlı ordusunun her türlü malzeme, nakliye ve iaşe ihtiyaçlarını bile muntazaman temin etmişlerdir.
İşte bundan dolayı Haçlılar için tek düşman arazisi Türk ülkesinden ibaret olduğu halde, Sünni ve Şii Arap memleketleri onların kendi vatanları gibidir.
Evet, ihanetler bir türlü bitmiyor…Birinci haçlı seferlerinden sonra gerçekleşen ikinci haçlı seferleri esnasında, Müslüman Türkler kadar Ortodoks Bizans’lılara da düşmanlığı ile meşhur Sicilya kralı ikinci Roger’in Akdeniz’e hakim olan Norman donanması’ndaki askerin yarısı Müslüman-Araplardan müteşekkildi. Bu Norman donanması özellikle Akdeniz kıyılarındaki (Anadolu) Türk köylerine sürekli yağma harekatları yapması ile meşhurdur.
Yine bu haçlı donanmasındaki Müslüman Arap mevcudiyeti ünlü denizcimiz Çaka Bey‘in de dikkatinden kaçmamıştı. Bir harekat esnasında esir edilen haçlı donanmasına ait bir gemideki tutsakların birçoğunun Arap olduğu malumatını alan çaka bey bu ihanete çok hiddetlenmiş, tüm Arap esirleri öldürtmüş, Norman askerlerini ise fidye karşılığında serbest bırakmıştır.
Müslüman-Arap kavmi, Hıristiyan’dan fazla kin beslediği Müslüman-Türk ırkına karşı o üzücü tarihi düşmanlığını her gittiği yerde yaymış ve özellikle ilk İslam fetihlerinden başlayarak Araplaşmış olan Sami milletlere milli diliyle beraber milli kinini de aşılamıştır.
Osmanlı Dönemi Türk Arap İlişkileri
Türklerin efendi’liğini bir türlü kabullenemeyen ve buldukları her fırsatta milli kinlerini açığa çıkaran Araplar, İslam’ın kutsal topraklarının ve halifeliğin yeni sahibi olan Osmanlı’ya ihanet etmekte de gecikmemiş, yüzünü Avrupa’ya dönmüş olan ve fetihler yapan Osmanlı Suriye ve Mısır’da baş gösteren Arap isyanları neticesinde Avrupa’da giriştiği bu fetih harekatını uzun yıllar askıya almıştır.
Mostagonem Savaşı Osmanlı dönemindeki Arap ihanetinin en önemli vesikalarından biridir.
kuzey batı Afrika hakimiyeti için Osmanlı ve İspanya arasında cereyan eden bu savaşta yerli halk ve Fas Sultanı ispanya krallığını desteklemişler, lakin Osmanlı zaferi sonrası istemeyerek de olsa Osmanlı himayesine girmeyi kabullenmişlerdir.
Osmanlı dönemi Arap isyanları 17. ve 18. yüzyıllarda da devam etmiş, 17. yüzyılda Kürtlerle birlik olan Arap aşiretleri Kilis ve Antep kentlerini yağmalamışlardır.
Özellikle 18. yüzyıl sonlarında Arabistan’da ortaya çıkan Vahhabilik ile birlikte Arapların Türk düşmanlığı bir kat daha artmış ve 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı ile birlikte doruk noktasına çıkmıştı.
18. yüzyılda Arabistan’da ortaya çıkan Vahhabilik imparatorluğu tehdit etmeye başlayınca devlet olayın üstüne gitti. Vehhabiler’in lideri Abdulaziz, Ekim 1803’de Diriyye’de suikastla ortadan kaldırıldı.
Ancak isyan bitirilemedi.
Vahhabiler, 1806 yılı Ocak ayında ise Mekke’yi ele geçirdiler. Durum kötüye gidince devlet Kavalalı Mehmet Ali Paşa‘yı isyanı bitirmekle görevlendirdi. Kavalalı ibrahim Paşa çok şiddetli savaşlar sonrası Eylül 1818’de Vehhabiler’in merkezi Diriyye’yi girerek isyanın lideri Suud oğlu Abdullah’ı(bugünkü suudların atası) ele geçirdi. İstanbul’a gönderilen Suud oğlu Abdullah, Aralık 1819`da saray meydanında idam edildi.
Hasta Adama Dönüşen Osmanlı ve Arap Düşmanlığının Zirve Yapması
Vahhabilik ile doruk noktasına çıkan Arap ihanetleri Osmanlı’nın en zayıf dönemlerinde de sürekli devam etmiş, Napolyon muharebeleri, Osmanlı-Rus savaşı gibi Osmanlı’nın meşgul olduğu meseleler esnasında Araplar sürekli yağma ve isyan hareketlerine girişmişlerdir.
Ne vardır ki Osmanlı artık eski kudretinde değildir.
Emperyalist ülkelerin iştahını kabartan ve Arap nüfusun çoğunlukta olduğu petrol bölgelerinde İngiliz ajanları Arap halkının aklını çelmekte gecikmez.
Ufukta görünen büyük savaşta bölgede Osmanlı’yı arkadan vuracak yegane müttefik hazırdır İngilizler için Araplar.
Nitekim büyük hakan ikinci Abdülhamit han aslında bu tehlikeyi, Arapların Osmanlı’ya ihanet edeceğini çok önceden öngörmüş, emir Hüseyin’i İstanbul’a getirterek göz hapsinde tutmuştu.
Lakin yılmaz bir Türk düşmanı olan bu meczup emir bir seferinde yabancı bir gazeteci ile hasbihalinde;
“Allah bana ömür verirse, Türklerin akıl ve hayal edemeyecekleri şeyler hazırlayacağım…” demekten yine de çekinmemiştir.
Emir Hüseyin, İngiliz yetkilileriyle yaptığı ilk temaslarda, kendilerinden gerekli yardımı gördüğü takdirde Hicazlıları Türklere karşı bir ayaklanmaya yöneltebileceğini belirtti.
İngilizler, Osmanlı Devletinin ittifak devletleri safında savaşa katılmasından sonra, bu desteği verebileceklerini belli ettiler.
Bunun üzerine Emir Hüseyin bir yandan Arap ileri gelenleri arasında konu ile ilgili zemin yoklamalarına başladı, diğer yandan da İngilizlerle pazarlığa girişti.
İngiltere Emir Hüseyin ile bu pazarlığı Mısır yüksek komiseri Sir mc. Mahon aracılığı ile yürüttü. “Hüseyin – Mcmahon mektuplaşması” olarak bilinen bu temaslar 1915’ten 1916 yılının şubat ayına kadar sürdü.
Bu görüşmelerde İngilizler Emir Hüseyin’e, Arapları Osmanlı imparatorluğuna karşı bir savaşa yönelttiği takdirde, sonradan kurulacak bir Arap Devleti’nin başına getirileceği konusunda söz veriyorlardı.
Ama bu “Arap Devleti”nin sınırları pek açık bir şekilde tanımlanmıyordu.
Lawrence’in örgütlediği Araplar, Ortadoğu’da Osmanlı ordularını bertaraf etmekte İngilizlerin en önemli yardımcılarıydı.
Kanal seferlerinde, Filistin’de, Medine müdafaasında ve en nihayetinde Megitto Savaşında Araplar kendilerine yüklenen bu zorlu ihanet görevini başarı ile ifa etmişlerdir.
Şam’a girip ilk işi Selahaddin Eyyubi’nin mezarını küstahça ziyaret etmek olan general Allenby’i Araplar isminden ötürü peygamber zannediyor, kendilerine kurtarıcı olarak gördükleri bu işgalciyi “el-nebi” olarak tanımlayıp bir de dinden çıkıyorlardı…
Araplar saldırdıkları hiç bir ordudan esir almadılar.
Aralarında bazı alman ve Avusturyalıların da bulunduğu koca Türk tugay’ı 27 Eylül günü Tafas yakınlarında tek bir kişi kalmadan Araplar tarafından katledildi.
Araplar ertesi günde benzer katliamlar yaptılar ve bu iki savaşta bir kaç yüz kişilik kayba karşılık yaklaşık 5000 Türk’ü kestiler.
Çanakkale Savaşlarında Arap İhanetleri
Çanakkale’de bizlerle birlikte omuz omuza çarpıştığı iddia edilen, daha doğrusu şirin gösterilmeye çalışılan Arapların yaptıklarına bir de şu açıdan bakalım;
Bütün subaylar ve erler, çok kere aç, susuz, uykusuz savaşıyordu. Teğmen Cevat Abbas, bir gün Şamlı Lütfi adındaki kurmay binbaşının, yeni gelen iki teğmenle pek samimi olduklarını gördü. Aralarında Arapça konuşuyorlardı.
“Herhalde hemşerileridir, onu ziyarete gelmişlerdir” diye düşündü.
Fakat Binbaşı Lütfi, az sonra bu iki teğmenin tayin emirlerini vererek görev yerlerinin belirlenmesini Cevat Abbas’tan istedi. Genç teğmenin içine kurt düşmüştü. Tamamen önsezi ile o iki teğmeni muharip kuvvetlere değil, geri hizmete vererek araba kollarına memur etti. Ama bu görev yerini Binbaşı Lütfi’nin onaylaması gerekiyordu.
Elindeki yazı ile onun yanına giden Cevat Abbas şiddetli ve öfkeli bir itirazla karşılaştı. Şamlı Lütfi, yeni gelen teğmenlerin muharip hatlara gönderilmesini istiyordu. Üstlerini de ikna ederek bu isteğini yerine getirdi.
Cevat Abbas, hâlâ bu işte hemşerilik gayretinin rol oynadığını düşünüyordu.
Fakat öyle olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. O iki Arap teğmen, yanlarına birer çavuş da alarak, bir gece, kahramanca dövüşen birliklerimizin siperlerini terk edip düşman tarafına geçme alçaklığını gösterdiler. Bu hainlerin düşmana verdikleri bilgiler yüzünden Anafartalar cephesindeki çarpışmalar şiddetlendi ve binlerce Türk çocuğu şehit oldu.
Şamlı Lütfi’ye gelince: Harekât şube müdürü iken, ilk nöbetleri sırasında gösterdikleri kayıtsızlık sebebiyle, Tümen Kumandanı Mustafa Kemal, Binbaşı Şamlı Lütfi ve onun gibi Arap asıllı Binbaşı Mustafa’nın ellerine derhal ilmühaberlerini verip ordu emrine gönderdi. Bu ikisinin kayıtsızlığı cehaletlerinden ileri gelmiyordu, soylarının dürtüsüyle hareket ederek Türk’ün başarısına hizmet etmekten kaçınıyorlardı. Mustafa Kemal, bunun hemen farkına varmıştı.
Aradan zaman geçti. Cevat Abbas, Şamlı Lütfi’nin Suriye’deki 4. Ordu emrine verildiğini duydu. Bu ordunun kumandanı, aynı zamanda geniş yetkilere sahip Suriye valisi olan Cemal Paşa idi.
Şamli Lütfi, Türk ordusunun gerilerinde Arap isyanı hazırlayan kimselerle birlikte yakalandı ve idam edildi. ihanet cezasını bulmuştu.
Turgut Özakman’ın Diriliş adlı eserinden;
57. Alay 180 yükseltili tepeyi, 27. Alay da Kırmızı Sırtın büyük bölümünü geri aldı.
Ama sol kanattan haber gelmiyordu. Buraya yollanan 77. Arap Alayının, 27. Alayın soldaki taburuyla birlikte düşmanı denize doğru sıkıştırıyor olması gerekmekteydi. Anzakların denize süpürülmesini bu baskı sağlayacaktı. M. Kemal cepheyi siper siper denetleyip askerinin ateş altındaki durumunu inceleyerek, gün doğarken Kocedere’ye gelecek, çok üzücü, çok şaşırtıcı bir olayla karşılaşacaktı. Çanakkale’de bir daha yaşanmayacak bir olayla…
Gün ağarıyordu. Telefon bağlanmadan, 77. Alayın 1. Tabur Komutanı Binbaşı Hacı Mehmet Emin Bey geldi. Gözleri ağlamış gibi kıpkırmızıydı.
-“Efendim” dedi, “Utanç içindeyim. Ne yazık ki, alayımız çil yavrusu gibi dağılarak savaş alanından kaçmıştır…”
– “Ne diyorsunuz?”
-“Alay komutanını bulamadım. Sizin buraya geldiğinizi duyunca bilgi sunmak için koşup geldim.”
Mustafa Kemal bu dürüst askeri Trablus’ta sömürgeci italyanlarla savaştıkları günlerden tanıyordu. Yanında kol komutanlığı yapmıştı. Gece sol yandan neden bilgi gelmediği, Anzakların niçin denize sürülemediği anlaşıldı. Savaş alanından kaçmak, bağışlanabilir suç değildi. Hacı Mehmet Emin Bey’e, “Alayı Kocadere’nin batısında toplayınız” dedi, “Yine kaçan olursa vurunuz!”
Arap askerlerinin bazı halleri, tavırları, alışkanlıkları, tümende bulunan Türk askerlerini şaşırta gelmişti. Ama en çok da bu adamların çoğunun silah arkadaşlarını ateş altında bırakıp kaçmalarına şaştılar. Bambaşka bir milletin ve çok farklı bir toprağın çocukları olduklarını yaşaya yaşaya her gün biraz daha iyi ve derinden anlamaktaydılar.
Evet, ihanetler belki cezasını buluyordu ama Arapların hainliği sebebiyle dökülen Türk evladı kanı son bulmuyordu…
Filistinli bakanın şu videosu yıllar sonra gelen bir itiraf niteliğinde olup, Arap ihanetinin en önemli delillerinden biridir.
Araplarda İhanet Bitmiyordu
Arapların Türk din kardeşlerine ihanetleri sadece bunlarla sınırlı değil tabi.
Malum bu millet Türklere ihanet ettiği kadar kendi milletine de ihanet etmiş, dinini yok saymış, İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in mezarını yıkma kararı dahi alacak kadar alçalmışlardır.
Yine Araplardan yana yazılan tarih kabul etmez belki ama nasır’ın, Kıbrıs’ta Türk katliamı yapan yunan Eoka’cılarına yaptığı yardımlar Henry Kissinger tarafından “diplomasi” adlı eserinde dile getirilmiş, modern zamanlara ait bir ihanet belgesi olarak hafızalarımızda yerini almıştır.
Şüphesiz ki hiç kimse Arapların “top yekun kanı bozuk ve hain bir millet olduğunu” iddia edemez.
Lakin örnekler o kadar çok, tarihi gerçekler o kadar belgeli ki, Arap milletine sırf “din kardeşi” olduğumuzdan ötürü sevgi beslemek şehitlerimizin kemiklerini sızlatmak için yeterli bir neden.
Tüm Araplar ihanet etmedi. Batının oyunlarıyla aynı ihanetin devamı gibi kışkırtılmaya çalışılan Kürt kardeşlerimizin de üretilen terör örgütleriyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi. Yeni haçlı Amerika ve taşeronu Araplar tarafından yine Türklere düşmanlık için sahnelenmektedir. 
Bugün Arap hayranlığı ve İslam dini ile alakası olmayan Vahhabi dini hayranlığı üreten tarikat ve cemaatlerle Türklere düşmanlık kültür, dil, tarih ve insanımızı hedef alarak yapılmaktadır.
Türk geçleri bu tarihi gerçekleri okuyarak Araplara güvenmek konusunda ve işçimizde Arap hayranlarına karşı kendini korumak için tarihin öğrettiği gerçeklerin ışığında zarar görmeden tedbirli olmaları içindir. 
Önder KARAÇAY 

6 Ekim 2016 Perşembe

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Kumpas ve Meczup Ortakları // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Kumpas ve Meczup Ortakları // Önder Karaçay: “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hak...

Kumpas ve Meczup Ortakları // Önder Karaçay


“Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve taleplerini yapmak, insan olmak için kafidir. " // Mustafa Kemal Atatürk 

Cumhuriyetin kurucusu büyük Önder Atatürk bu sözü söylememiş mi sayacağız?

Rüyasında peygamberle konuştuğunu söyleyen meczuba inana subaylara ne demeli?

Meczubun müritleri Türk Ordusunun içine çöreklenmiş,

Yıllarca komutanlar uyumuş, uyutulmuş!

Meczubun cinleri kullandığına inanarak siyaset yapanlara ülkeyi yönettiriyoruz,

Bu cemaatin sanki bilinmiyormuş gibi hepsi bugün ortaya çıkarılmış gibi,

Birilerini demokrasi kahramanı yapma havariliği devam ediyor.

Kumpası kim unutabilir?

Kumpası kuranların siyasi ortakları yargılanmadan bu ülkede adalet asla yerini bulmaz,

Öyle Allah bizi affetsin demekle olmaz,

Türk Milleti asla affetmez,

Herkes affetse bile Atatürk’ün askeri Önder Karaçay asla affetmeyecek ve hakkını helal etmeyecek!

Bu cemaat terörü ile ilgili gazetelerde haberler çıkmamış, davalar açılmamış mı sayacağız?

Dost görünümlü düşman Amerika’ya kaçtığını da görmezden mi geleceğiz?

“her tarafı fethetme, ele geçirme yolunu şahsen tercih ederim” denmemiş mi sayacağız?

“Anayasal müesseselerdeki kuvveti cephenize çekmeden her adım erken” diye nasihat etmemiş gibi davranalım.

Bunları on dört yıldır devleti yöneten ve ordumuza birlikte kumpas kuran iktidar bilmiyor muydu?

Hoca Efendi diye ağlak mektuplar düzenleri nasıl unutacağız?

Aramıza nifak sokmaya çalışıyorlar diye cemaat terör örgütü liderini sahiplenen siyasetçileri hafızamızdan nasıl silelim?

“Ne istediler de vermedik” diyenler bu vebalin altından demokrasi kahramanı kılığı ile kurtulabilirler mi?

Yıllardır mağdur edilen insanların hakkını kim ödeyecek?

Cemaat terör örgütünün devleti ele geçirdi diyenlere kargalar bile güler diyenlere şimdi biz gülmeyecek miyiz?

Kargalar bile gülerken!

Ekmeğini cemaatin davalarında amigoluk yaparak kazanmış olanlar demokrasinin neferi olarak kayda geçsin kurtulalım!

Bu yüzsüzlüğü, bu işbirliğini, devleti bu işgal gücüne tepsiyle sunanlardan bahsetmeyelim olsun bitsin.

Allah bizi affetsin demekle geçiştirilecek bir ihanet mi bu?

Hukuk önüne çıkıp nasıl hesap vermezsiniz?

Cumhurbaşkanı da olsanız, Başbakan da olsanız teröre yardım ve yataklık yaptığınız için,

Vatana ve millete ihanetten yargılanmanız için bütün dünya ve insanlık önünde,
Evrensel hukuk ilkeleri gereği suç duyurunda bulunuyorum!

Bundan sonra görevini yapmayanların vebali daha da büyük olacaktır.

Cumhuriyet Savcıları on dört yıldır suskun ve sinmiş gibi duramazsınız,

Kumpas kuranlar ve cemaat terör örgütüne yardım ve yataklık yapan,

Kumpas davaların siyasi savcısı olan Cumhurbaşkanı hakkında vatana ve millete ihanetten dolayı suç duyusunda bulunuyorum.

Siyasi ve hukuki sorumluluk boyutu darbe ve terör örgütünü yargılamak kadar önemlidir,

Bu yol kapanırsa asla bu ülkede huzur olmaz.

Bugün bu imamın, yarın başka bir imamın ordusuna döner.

Cemaatin biri giden biri gelir,

Çünkü bunları kandırmayan, kandırılmadıkları bir iş kalmadı,

Hukuki ve siyasi sorumluluğu olanlar hesap vermezse,

İş toptancılıkla cemaat yargısına benzer davalarla yürütülürse çok zaman geçmeden başka bir meczup gelir yine sistemi hackler.

Kumpas davalardaki gibi davranılamaz,

17-25 olaylarının muhatapları hukuk önünde yargılanmış olsaydı ülkemiz bu ihaneti yaşayamayacaktı.

Bunun sorumlusu Cumhurbaşkanı ve yanında kendine biat ve itaat eden herkestir.
Dindi siyasetin ülkemizi getirdiği yer uçurumun kıyısıdır,

Bu uçuruma yuvarlanması gerekenler kendileridir,

Türk Milletine, devletine ve Cumhuriyetine bu bedeli ödetme hakları yoktur.

Siyasi dincilik artık dev bir istikrarsızlık kaynağıdır.

Laik, demokrat, halkçı bir siyasi hareket güçlenmezse istikrarsızlığın sonu gelmez.
Laiklik Türkiye için bir ölüm kalım meselesidir bu gidiş.

Bu göz ardı edilirse, istenen tedbir alınsın, işin sonu uçurumun dibidir.

Bu uçurumdan ülkemizi bu noktaya getirenlerin hukuk önünde hesap vermeleriyle son bulabilir.

Kötü niyet niyetine uygun devleti yeniden yapılandırma hakkına, devleti sıfırlamaya, işine gelmeyeni dışlamaya hakkı olmadığı gibi bunu kanunlarla bile olsa yapma hakkına sahip değildir.

Bütün Türk Milletinin sözü geçerlidir.

Ey Türk Gençliği ve Türk Milleti emanetin görevi gereği;

“Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” // Mustafa Kemal Atatürk
 
Önder Karaçay

5 Ekim 2016 Çarşamba

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Yeis // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Yeis // Önder Karaçay: Sivil darbe başlayalı, Liyakat iyice kenara itildi.. Adam ayıklıyorlar şimdi! Bulanık faşizm provası, Hamasi kahramanlıklarla, Hasır a...

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Yeis // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Yeis // Önder Karaçay: Sivil darbe başlayalı, Liyakat iyice kenara itildi.. Adam ayıklıyorlar şimdi! Bulanık faşizm provası, Hamasi kahramanlıklarla, Hasır a...

Yeis // Önder Karaçay


Sivil darbe başlayalı,
Liyakat iyice kenara itildi..

Adam ayıklıyorlar şimdi!

Bulanık faşizm provası,
Hamasi kahramanlıklarla,
Hasır altı edilen suçlar gizlenecek.

Gözdağı dağıtılıyor sözler!

Lakini olmayan bir niyet bulmak ne mümkün?

Foya çıkaranın gözü oyuluyor,
Tehditkar bir mit üretimi devam ediyor.

Cihat zihniyetiyle barış olmayacağı,
Kimsenin aklına mı gelmiyor?
Yoksa gelmesi istenmiyor mu?

12 Eylül ürünlerinin ürettiği darbeler,
Aslını aratan suretlere dönüşüyor.

Geçmiş tüm darbelerin üzerine tüy dikecek,
Çabalarda çabası!

Toplumu bir yeise sürüklemekte beis görmeyenler,
Beşeri hayatın insana hediyesi bir tutuma dönüştü.

Muayyen bir hadde kadar dayanılabilir bir yeis,
İçimizi burkuyor emanete sahip çıkmadığı için reis!

Kalburdan geçenler eleğe takıldı,
Kambur büyüdü sadece bakıldı!

Bu öyle bir yangın ki!
Nemli gibi suçluları yakmıyor.

Ektiğini biçenler,
Biçtiklerini beğenmez oldular.
 
Önder Karaçay

2 Ekim 2016 Pazar

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Yumuşakçalar // Önder Karaçay

Önder Karaçay Şiir, Yazı ve Sözleri : Yumuşakçalar // Önder Karaçay: Yumuşakçaların kamusun da hayır yoktur, Bilmezler direnmeyi ve zorbalara karşı başkaldırmasını, Dayatmanın en kirlisini bile baş üst...

Yumuşakçalar // Önder Karaçay



Yumuşakçaların kamusun da hayır yoktur,
Bilmezler direnmeyi ve zorbalara karşı başkaldırmasını,
Dayatmanın en kirlisini bile baş üstüne tavrı ile karşılarlar.

İnsanları yumuşakça olanlardan kurtarmak ve korumak lazım ki;
İnsanda çizgili kas yoktur ki çizilmiş karakter olsun!

Kandırılırlar ve kandırıldıklarını kabul etmek yerine,
Suçu başkalarına atarlar.

Boş atıp dolu tutmaya çalışır,
Boş atıp boş bile tutamazlar.

Ayak yerlerinde büyük boşluklar var,
Yürüyememe ve yürümeye kalksa,
Boşluğa düşme sebebi bundandır.

Yürümesini bilmeyenler durmasını da bilmezler,
Durmak gerektiğinde durabilmek yürümekten önemlidir.

Kafadan bacaklı sabit duran sürüngenlere çok benzerler,
Ahtapot, salyangoz ve sümüklü böcek sınıfındandır.

Çoğu da karından bacaklıdır,
Dilleri de karınlarında olduğu için karınlarından konuşurlar.

Niyetleri gibi iyi görünüme sahip vücutları yoktur,
İki yana kolay yatabilen simetrileri vardır,
Kandık der kandırmak için gerekirse her yana yatabilirler.

Hacı yatmaz soyadları olmasına rağmen,
Kafadan bacaklı mürekkep balığı gibi olanlar,
Ters durunca da göze batarlar.

İnsanın içini karartıp,
Öfkesini kabartanlar!

Dinsel kavramları siyasaya malzeme yaparak,
Bir asırlık devrimi horlayanlar!

Dil yerine niyet okumak zorunda kaldık.

Ben biçemli egoya yenilenler,
İleri yerine geriye bakanlardı.

Dana dişi büyüklüğünde her konuda laf edenler,
Gündem değiştirme ustalarının değirmenine su taşıyan,
Yağcı her yana kolay yatan yumuşakçalar.
 
Önder Karaçay