27 Mart 2016 Pazar

Ulus Milletler ve Ulus Milletleri Hedef Alan Fikir Cereyanları // Tarihin Dirsek Temaslı Konuları // Önder Karaçay

Ulus Milletler ve Ulus Milletleri Hedef Alan Fikir Cereyanları // Tarihin Dirsek Temaslı Konuları // Önder Karaçay

55eaa253f018fbb8f88cd50d
Ulus Milletler ve Ulus Milletleri Hedef Alan Fikir Cereyanları // Tarihin Dirsek Temaslı Konuları // Önder Karaçay

Bu yazının amacı Anayasa’dan Türk Ulus Devlet kimliğini nasıl yok etme planlarının ve Başkan ile rejimi demokrasiden uzaklaştırarak tek kişi devletine dönüştürme girişimlerinin yaşandığı bu zor ortamda insanımızın gerçekleri kavraması amacıyla özel bir çalışmadır. Çok dikkatli okunmalı, okutulmalı, halkımıza duyurulmalıdır. Aksi takdirde ulus devletin yok olması özgür yurttaşlığın bittiği anlamına gelecektir ki geri dönmek ve bağnazlıktan kurtulmanın zorlukları düşünüldüğünde devletimizi ve milletimizi çağ dışı bir gerilemeye kendi elleriyle iten bir millet oluruz.
İnsan sosyal bir varlıktır. İnsan olmadan uluslar olmaz. İnsanlara birbirleriyle dirsek temasında olmaları birbirlerine muhtaçlıktan ve bulundukları vatan toprağına ve kaynaklarına göre değişir. İnsanlık tarih boyunca birbirine sokulmaya çalışmış, el ele vermeye çalışmış, hayat sahnesinde kimi zaman iptidai, kimi zaman medeni kalabilmiş küçük veya büyük cemiyetlerle faaliyet göstermiş, sosyal organizasyonlar meydana getirmişlerdir. Devlet bu sosyal organizasyonun en büyük çatısıdır.
İnsanoğlu kainattaki büyük yalnızlığına çare bulmak ve bu yalnızlığı gidermek adına milletleşme süreçlerini başlatma, olgunlaştırma ve sonsuza dek yaşatma mücadelesinde inanılmaz bir zorluklar yaşayarak kavuşabilmiş veya kavuşmak mücadelesinde olan milletler vardır.
İnsan yaratılışı gereği mutlak manada yalnızdır. Yalnız doğar, yalnız yaşar, yalnız ölür. Bedeni ve ruhi varlığının bütün sınırları ve konfor alanı tam manasıyla yalnız kendisine açıktır. Neşesi, üzüntüsü, acıları, duygusu, düşünceler, zevkleri hep kendisine aittir.
Yalnız insanın bu yalnızlığı evrendeki düzene uymaz. Tek varlıktır, tek tek yaşama şansı yoktur. Hayat tek varlıkların değil, cine cins varlıkların doğasıdır. Bu sebeple insan yalnızlığı ile sürekli mücadele ede gelmiştir, bu yalnızlığını gidermeye, hafifletmeye ve onu az hissedebileceği bir duruma getirme çabasını asla bırakamamıştır.
İnsanın bu inancı ve mücadele azmi ona destek olmuş yalnızlık kaderi birlikte yaşama kaderine dönüşmüştür.
İnsanoğlunun beklide ilk keşfi birlikte yaşamaktır. Bu buluş insanı sosyal varlık haline getirmiştir.
Birlikte yaşamanın süreçleri cemiyet organizasyonlarını üretmiş, ırklar halklar ve milletler şeklinde oluşarak ulus devletlere ulaşılmıştır.
İnsan canlı bir varlıktır. Her ne kadar içinde canlı olduğu halde yaşam belirtisi az olanı çok olsa bile tamamının canlı olmadığını söylemek imkansızdır.
İnsan doğar, beslenmeye hemen başlar, büyür, gelişir, değişir, hisseden, öğrenir, anlar, hareket eder, yapmaya başlar ve üretir, hem de tüketerek yok eder.
İnsan hayatını yaşaması için çok çeşitli ve öncelikli zorunlu ihtiyaçları vardır. Bedeni ve ruhi ihtiyaçlar birleşir ve ortak hareket ederler. İhtiyaçları karşılarken ihtiyaçları karşılayacak imkan her insana yetecek kadarken sosyal düzenler adına işletilen kurallar birilerinin üstünlüğü ile bir çevre kurar ve diğerlerine ihtiyaçlarını karşılamasına engel olan duvarlar örer. İşte burada sorunlar başlar.
İnsan canlı ve cansız doğayla, bir başka varlıkla ve inanışlar dünyası ile çevrilidir. İnsanla doğa insan üstü bir münasebet içerisindedir. İnsan bu münasebetleri kurabilmek için cemiyet denen organizasyonlar aracılığına ihtiyaç duyar. Hayat mücadelesinde insan sürekli cemiyetler halinde taazzuv eder ve teşkilatlanır. Bu sebeple insanoğlu çeşitli sosyal organizasyonlar üretmişlerdir.
İnsanların ürettiği iki çeşit sosyal organizasyon vardır.
1- Doğal sosyal organizasyonlar,
2- Doğal olmayan sun’i organizasyonlardır.
DOĞAL YAPILAR
Kendiliğinden oluşan, kuvvetli temeller ile kurulan sosyal bütünleşmeyi tam gerçekleştirebilmiş yapılardır. İnsanlar arasında çok sıkı bağlar söz konusudur. En hakiki ve doğal organizasyon yapıları bu cemiyetlerdir.
Cemiyetler çok sayıda insanı bünyesinde barındırdığı için uzvi ve ahengi çok yüksek topluluklardır. Gelişigüzel bir insan topluluğu ve kalabalığı ile insan gruplarının üst üste yığılması değildir.
Toplum olmanın temelini sosyal bütünleşme ile açıklayabiliriz. Fertlerin müşterek vasıfları, bağları meydana getirir. Yakınlıklar ve benzerlikler mıknatıs gibi çeker ve bir arada toplar. Mensubiyet duygusu insanda böylece gelişir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Gelişigüzel fertlerin iğreti bir topluluk değil, aralarında maddi ve manevi bağlar bulunan akrabalık ve kardeşlik gibi yere sağlam basan ayakları vardır. İşte bu yere sağlam basan dayanaklar bütünleştirici bir duyguyla birlikte yaşama hedefini gerçekleştirir.
Bu cemiyetleri sun’i isimlendirmeler ile maksatlı ve maksatsız bölmek amaçlı bütünleşmeyi önlemek niyetine kayacağı için tercih edilmez ve genelde kadük kalır.
Doğal toplum yapıları üçe ayrılır;
1- Aile,
2- Millet,
3- Diğer doğal cemiyetler.
Aile toplumun en temel ve en sağlam yapısıdır ve sağlam olması gereken başlangıç noktasıdır. Aidiyet şuurunu fertler ilk ailede alır ve ölene kadar genelde bu korunur. Esas yapısı ile aile insanlığın en doğal, en eski, en ve tek devamlı olan ve en geçerli toplum en sağlam olmazsa olmaz yapısıdır.
Millet toplumların en büyük yapısıdır. Milleti oluşturmak içinde bir tarih bilinci gibi müşterek geçmiş ve vasıflar barındırdığı için çok doğal bir yapıdır. Mensubiyet duygusunun aileden sonra daha büyük bir aidiyet duygusuna dönüştüğünü milletlerde görülür. Aileden sonra sosyal bütünleşmeyi tam olarak tamamlamış topluluklara millet denir.
Millet tarihsel menşee bakımından şüphesiz ki karanlık devirler sonrası dal budak salan ailelerin türeyerek büyümeleri sonucu oluşmuştur. İlk insanı düşündüğümüzde tek insandan bugün 7 milyara yakın insana geliş süreçleri çok bilgi, araştırma, değerlendirme ve yaşanmış gerçekleri çok gerçekçi perspektiflerle bakarak anlayabiliriz. Soy birliğinden çok derinlere dalarak milletlerde payını alır. Geçmişe en fazla bir insan yedi kuşak geri gidebilmektedir. Yazılı tarihin gelişmesiyle zamanla bu süreç çok daha büyük sayılara ulaşabilecektir. Bu demektir ki gelecek kuşaklar ulus millet kavramını anlama ve yaşatma adına bizlerden daha şanslılar.
Hayat tezahürleri, yaşam tarzları yakınlıkları artırmaktadır. Dağılma tehlikesinin çoğaldığı ve maksatlı niyetlerin organize olmuş niyetleri zaman zaman milletleri hedef alır. Tarihi, kültürü, dili güçlü olan milletlerin bu tür saldırıları çok kolay atlatırlar. Hatta son darbeyi vurduk işi bitirdik derken maksatlı niyetler hiç ummadıkları bir bitişle karşı karşıya kalabilirler güçlü aidiyet duygusu olan tarihi, geçmişi, ideali olan milletlerde.
Burada hayat tarzı denen kültür devreye girer ve yabancı kültürü derhal içinden temizler ve atar. Güçlü toprakların olduğu ekim tarlalarında yabancı otlar ısrar eder yalnız o topraktan farklı beklentisi olanlar yabani otlara asla izin vermezler.
İnsan topluluklarının büyük yapısı milletlerin cevheri kültürleridir.
Üretme, yetiştirme, yaşatma, çoğaltma adına kültürler vardır milletlerde. Başka milletlere özgü olmayan.
Muhit tahsilinin yanında farklı mesleklerde kültür geliştirmiş iç dinamikler mevcuttur milletlerde.
Bilim ve san’at alanında üretimleri çok farklı saygınlık kazanmış ve bir sürdürülebilir kültür oluşturmuş toplumlar vardır.
Hayat tezahürleri farklı ve her milletin kendine has değerlerin bütününü kültürle yaşatır.
Toplum bağlarının bütünü kültürdür.
Dil milletlerin bir başka kendini ayakta tutan direğidir. Dil her milletin ses dünyasıdır. O dilin çıkardığı sesi kitaplarda, tiyatroda, sinemada, sanatın her dalında ve özellikle edebiyatın dallarında şiirde yaşarsınız. Ses zaten kainatın bir hayat tezahürüdür.
Dil aynı zamanda fikirlerin aynasıdır. O milletin fertleri fikirlerini dilleri ile yaşatırlar. İnsanın dili olmazsa düşünemez. Düşünse bile düşüncesini duyurabileceği bir dili varsa ve o dille derdini anlatabiliyor, anlaşılıyorsa tarzını aksettirir ve kendini yaşatır.
Dil aynı zamanda milli geçmişin hatıratı adına duygu ve düşüncelerin müşterek hazinesidir.
Dil tüm canlıların ilk bağıdır. Bebekler ilk baba, anne der, kuşlar ötüşür, hayvanlar koklaşarak dile gelir, insan konuşur, yazar. Anlaşma vasıtasıdır dil. İletişimin güçlü olduğu milletlerin dili sağlamdır.
Hülasa dil milletlerin en mühim sosyal varlığıdır. Dili dış dillerin saldırısından koruyan milletleri dilin yaşama ömrünü uzatırlar. Millet olmanın en önemli temel taşı dildir.
Bir başka önemli millet olma unsuru yazılı olmayan kanunlar diye de bilinen ört ve adet meriyetleridir.
Dünya görüşü konusuna gelince bir milletin başka milletlerden farklı olan hayat felsefesidir.
Din bir milletin halklarının kendisine has iman ve inanışlar manzumesidir. Din çok önemli olmakla birlikte çok dikkate değer bir kültür unsurudur. Asırlar önce din kültürü ön planda olmuş, diğer kültür unsurlarını gölgede bırakarak baskı unsuru haline gelmiştir. Klandan günümüzü milletleri din çok meşgul etmiş çoğu zamanda farklı inanışlara baskıya dönüşmek gibi dini maksadına alet edenler sebebiyle milletler bu konudan çok zarar görmüşlerdir. Dünya tarihi aslında din adına savaşlar tarihidir. Bundan dünya bir türlü kurtulamamıştır. Çünkü din konusunda ilahi semavi dinlerin gerçek akışını anlamayan İslam ve Kur’an öncesi dinler kabile ve millet dinleriydi. Oysa İslam tüm insanlığın, Kur’an tüm insanlığın ilahi kitabıdır. Yalnız bu konuda kimse kimseye baskı yapma hakkına sahip değildir. Dini maksadına alet edenler genelde iktidar gücünü ele geçirmek ve geçirenlerin iktidar gücünü devam ettirmek için dini kullanmışlardır.
Irkçı milliyetçilik çağının son bulması dinler kültürü sona ermiş kültür devri başlamış olmasına rağmen gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde ne yazık ki bu konuda hala sıkıntılar yaşanmaya devam etmektedir.
Din adına teşkilatlanma çok tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır her toplum için. Çünkü maksadı gizlemek için din kılıf olmaya çok müsait bir konudur.
İyi eğitim ve öğrenim almamış, sorgulama yeteneğini geliştirmemiş toplumlarda bu tuzaklara hala çok insan düşebilmektedir.
Din adına örgütlenmenin olmaması dinin bittiği anlamına gelmez. Din felsefe bilimi ile öğretilir. Bu alimler aracılığıyla çıkara dayalı olmayan yöntemlerle halk öğrenir ve her insan dininin vicdanında yaşar.
Din maksatlı niyetlerin kullanmaması amacıyla Laiklik ilkesi ile milli çıkarlara uygun eğitim ve öğretim şarttır.
Sanat her milleti diğerlerinden ayıran farklardan bir başka duygu ve düşünce tezahürünün şekillenmesidir.
Din baskılı yönetimlerin hedef aldığı ilk kesim bu sanatla uğraşanlar olmaktadır. Amacı kendi ağına insan düşürmelerine sanat engel olduğu için maksatlarına ulaşmak için sanata engel olmak isterler. Bu sebeple milletler devleti kendi yönetirken sanatı aydınlık ürettiği için hem Anayasa ile koruma altına almalı hem de desteklemelidir. Aksi takdir o toplum aydınlığa değil karanlığa doğru yürür.
Tarih insanlar arasında kader birliğini temsil eden geçmişle bağı güçlü tutarak geleceğe ışık tutan bir kültür unsurudur. Tarihi zaferler ve yenilgiler ile milletler; övünç, sevinç, ders ve ortak mazi duygusu üretirler. Sosyal bütünleşmenin bütün geçmişi tarihin içindedir. Tarih bir milletin nereden nereye gittiğini gösteren merhalelerin tamamıdır. Geçmişteki beraberlikleri ve gelecekte olacak beraberlikleri tarih söyler.
Milleti kuran asıl unsurun milli şuur olduğunu gördük buraya kadar yazdıklarımızla. Milli şuur büyük bir kültür varlığına da, küçük bir kültür varlığına da dayanabilir. Milletlerde asgari kültür varlığı şarttır. Örneğin tarihi olmayan bir milletin kültürü asgari düzeyin altındaysa dayandığı tek güçle ömrü çok kısa olur.
Milletlerin gelişmişliği bunu tayin eder. İktisadi ve bilim alanında aksamalar milletlerin sosyal bünye seviye ve sıhhatini tehlikeye sokar.
Milli şuurun zayıflatma çabaları ilerleyen milletlerin ilerlemesini isteyen dış milletler tarafından iç hainlik ve projelerle zaman zaman önü kesilmeye çalışılır. Emperyalist sömürgeci niyetler milletleşmiş devletleri sömürmekte zorlanacakları için daha küçük, bölünmüş federasyon, hatta şehir devlet zihniyeti isterler ki küçük lokmaları yutmak kolay olsun. Bu sebeple milli bütünlüğünü bozmadan korumak isteyen millet şuurunun bozulmaması adına çok dikkatli, hassas ve halkı bilinçlendirmiş olmalıdır.
Milli şuurun en önemli temayülü tam bağımsızlık ve özgürlük arzusudur. İstiklal kavgaları millet şuuruna erişmiş toplumlarda bitmez. Çünkü ona helal gelmesi demek o milletin parçalanması anlamına gelir.
Ulus millet kavramını bütün anlatılanlar çerçevesinde şu şekilde toparlayabiliriz; Millet, kültür unsurları ile birlikte bağlanan ve bunun şuuruna varan insanların meydana getirdiği topluluktur. Milli şuurdan mahrum bir millet varlığı, ham bir meyve gibidir. Olgunlaşma sürecini çok doğru bir şekilde tamamlaması gerekir.
Önder Karaçay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder