31 Mart 2016 Perşembe

Paramparça // Sorgulatan Aforizmalar // Önder Karaçay

Paramparça // Sorgulatan Aforizmalar // Önder Karaçay

ozlu-soz-8

Paramparça // Sorgulatan Aforizmalar // Önder Karaçay

“Bakınca kusursuz, tanımaya başlayınca lüzumsuz insanları ayıklarsanız kalmazsınız huzursuz.” // Önder Karaçay
Bir zamanlar yakın olduğumuz insanlar uzaklaştırdı kendilerinden insanlığı…Ve yaklaşamaz olduk insansızlık adına insanlık denen vahşi bencilliğe…
Taksimat edilen zaman bize buz gibi bir matematik etkisi yapar…
Çünkü anı bölemezsiniz..Yarısı diğer zamanlı bir acı ve sevinç olur mu?
Yarım kalpli insan yoktur. Yarısı taş kalpli olan vardır. Ya da acılarla taşlaşmış, yaşattıkları ile, yaşattıklarını düzeltmek için yanlış üstüne yanlışlarıyla taşlaşmış kalpler vardır…
Özlemleri hangi zamana göre nasıl sayarsınız?
Erken yaşta ölmüş canlıların nefes alışlarını sayarak zamana uydurması bu kadar yıl yaşamış sayılır mı?
Acıyan taraflarımız sürekli yarım kalandır zamansız…Kesintisiz süren…
Bu bölünmüşlüğü parçalarından bir bütün çıkarma başarısına bu taksim edilmiş zaman izin verir mi? Kırıkları ucuca getirip birleştirmeye!
Zaman bölünmüş, zamanın yaşattıkları bölünmüş…Bütün arıyoruz, elimizi nereye atsak paramparça…
Acı korkusuyla insan eskiden acıdan çekinirdi! İnsan şimdi acı çekmemeye çekiniyor…
Biri bize inandı diye bütün dünya bizim tarafımıza geçmiş gibi bir bencillik kurbanıyız aslında…
Sizin veya bizim taraf diye bir bölünmüşlük niye var?
Soran çıkmayacak kadar halimiz paramparça! ..
Önder Karaçay
Bu reklamlar hakkında
Occasionally, som

Uyanıklar ve Uyuyanlar // Kısa Kısa Hisseler // Önder Karaçay

Uyanıklar ve Uyuyanlar // Kısa Kısa Hisseler // Önder Karaçay

ibretlik-sozler
Uyanıklar ve Uyuyanlar // Kısa Kısa Hisseler // Önder Karaçay
“İnsanları bedenen ameliyat etmek için uyutmak;
Ruhen ameliyat etmek içinde uyandırmak gerekir.” // Tolstoy
Otuz beş yıldır uyuyan bir toplum uyanmıyorsa bedenen çürümüş demektir. Tabi uyanmak nedir? Bunun ne anlama geldiğini karıştıran bir toplumu da uyanmış saymamak gerekir…
Uyanık sözü de oldukça tehlikelidir. Her taraf uyanık doluyken uyuyanları uyandırıp uyanıklara dahil etmek gibi bir tehlikeye de düşmemek gerekir.

Öz Yergi // Yergi Türünde Mensur Şiirler // Önder Karaçay

Öz Yergi // Yergi Türünde Mensur Şiirler // Önder Karaçay

1429307527966
Öz Yergi // Yergi Türünde Mensur Şiirler // Önder Karaçay

“Vatanına ve milletine sadakatle bağlı olan ve o emanete çıkılması gerektiği gibi ortak genel çıkarları tartışmaya açmadan sahip çıkanların atalarına çok ihtiyaç duymazlar hemde kendileri ata olma şansını yakalarlar.” // Önder Karaçay
Kozmos güzeldi,
İnsan gibi bir hastalığı olmasaydı…
Sağ tarafımız almıyor yaralı taraflarımızı,
İnsan görünümlü çakal devrinde..
Koyamıyoruz nefsimizi bir kenara dinlenmeye,
Biraz kendimizi dinleyip bu esaretten kurtulma,
Nefes alma şansını kendimize veremiyoruz..
Birbirimize yardımdan el çektiğimiz,
Günden bu güne çekilmiyoruz..
Ne kadar azız,
Yürekli, fedakar ve beklentisiz!
Kan bağı, can bağını,
Güçlendirmedi tam istediğimiz gibi miyiz?
Ağzından nefret bulutları,
Saçanlar kadar öfkeliyiz..
Ne için demeyecek kadar,
Sorumsuzca deliyiz.
İlmin servet putundan,
Üstün olmadığını hala,
Görmemiş körüz..
Yaşayarak tecrübe kazanacağımıza,
Yaşlanmayı bekliyoruz..
Oysa zaman bekleyeni değil,
İsteyenleri oglunlaştırır,
Çoğu açılmadan iade gibi,
Hayattan ham gideriz.
Sürekli aynı cevapları tekrarlıyor,
Farklı soru sorana mesafeliyiz.
Nedense kin ve nefret,
Besleyenlere kardeşiz.
Çıkmaz yazan sokağın,
Acaba neresindeyiz?

Öyle Bir Sevmelisin ki! // Zor Sevdaların Mansur Şiirleri // Önder Karaçay

Öyle Bir Sevmelisin ki! // Zor Sevdaların Mansur Şiirleri // Önder Karaçay

lale
Öyle Bir Sevmelisin ki! // Zor Sevdaların Mansur Şiirleri // Önder Karaçay
Bilmiyorum aşkın bu tarifine ne demeli?
Öyle bir söz söylemeli ki,
İnsanı her iki elinden iliklemeli,
Bu aşkın iki yakası zaten düğmeli,
Gözler kapsama alanı gibi,
Başkasını görmemeli,
Tokalı eller erimeli,
Bu aşkın içinde eridiğini kimse görmemeli,
Öyle bir sevmelisin ki;
İşte buna herkes sevda demeli…
Bu kadar denk düşmeli duygular,
El uzatır birbirine gel kardeşim şiir olalım demeli…
Bu kadar mı? Bu kadardan daha fazlasını anlatır sevdalar, sevdalara dair yazılanlar,
Yazılanlara dair şiirler, ne aşklar anlatırlar..
Demek ki duygular kardeş, yaşananlar kardeş, o zaman kardeşler neden kardeş değil?
Kardeş sana diyorum!
Uzatılan ellerin neden içi boş çıkıyor?
Nerede o içi dolu tutuşlar?
Nerede?
Arıyoruz…
Şiir böyle bir şeydir işte.
Bazen çok kısa yazarsın çok şey anlatır,
Bazen çok şey anlatırsın başka söze alan mı bırakır.
Buradan da şu mesaj çıkıyor ortaya,
Sevdaya dair yazdığınız neyse kısa olur, uzun olur, her şeyi anlatır veya anlatmamalıdır gibi,
Tek kanallı dayatmaların yerine şiir bazen okuyanı susturur ve sessiz bırakır…
İşte aşkta, sevdada maharet ve zenginlik budur.
Şiirde zenginliği savunur..
Şiirde sevdalara dair aşklarda felsefemiz budur…
Şiir zaten sanatın felsefesidir…
Köhne bakışlara karşı öyle olmak öyle sevmek zorundadır..
Bilmiyorum aşkın bu tarifine ne demeli?
Öyle bir söz söylemeli ki,
İnsanı her iki elinden iliklemeli,
Bu aşkın iki yakası zaten düğmeli,
Gözler kapsama alanı gibi,
Başkasını görmemeli,
Tokalı eller erimeli,
Bu aşkın içinde eridiğini kimse görmemeli,
Öyle bir sevmelisin ki;
İşte buna herkes sevda demeli…

Ötekileşmenin Dişlileri // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

Ötekileşmenin Dişlileri // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

para-ile-ilgili-sozler-2
Ötekileşmenin Dişlileri // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

“Paraya put demediğiniz müddetçe parayı putlaştırır ve para putunun kölesi olmaktan kurtulamayacağınız için gerçek zenginliğin ne olduğunu bu hayattan anlamadan geçer gidersiniz. Anlayın artık para zengin etmez, hatta zenginlik düşmanıdır. Toprak ağalarından çektiğiniz yetmedi mi? Para ağalarından da çekiyorsunuz! Siz bilirsiniz..” // Önder Karaçay

Gelin şimdi bu para putunun bize neler çektirdiğini ve bu dişli çarkın nasıl başımıza bela olduğunu farklı bir pencere ve duyguyla şiirle bakalım…Sadece bakmayalım, anlayalım ve anladığımızı her karşılaştığımız para putu kölesine anlatarak uyandıralım…
“Kült yapılar dikiliyordu karşımıza,
Kült ağalar dikiyordu bu yapıları yeşilin üzerine, gökyüzüne..
Kabul görmemişliği üstümüze,
Bir başka kabul görmemişlikte arıyorduk sanki kendimizi!
Toprak ağalığı sürükleyip getirmişti her mahallede bir milyoner yetmemişti,
Para putu görmemişliği ağalığına, ağalıkta kılık değiştirmişti,
Şimdi çok hafifti yenileri,
Kaldırabilen olmuyordu puta tapan kişiliksizliği,
Kaldırabilecek güç mü kaldı, bu kanunla korunmuş dişli doyumsuzluğu! ..
İnsanlık varken kültürde bir beslenmek şekliydi,
Şehirlerimizi şekilden şekle sokan,
Şişman kuleler beslenmemişti daha
Bu beslenen şişman kedilere benziyordu,
Şişman kedi batıda yaşayan bir türdü…
Kim getirip çiftliğimizde üretmişti?
Hak yiyerek şişenler kendilerini göbeğinden bağlar,
Yetmez ki bunlara askılı pantolonlar.
Etkilenmemek ne mümkün bu beslenme şeklinden,
Beslenmeyenlerin kendinden geçmiş hallerine ne demeli?
Henüz daha netleşmedi durum bilinmiyor!
Birbirinin ayağına basa basa nereye ilerliyorlar?
Bozuk saat ayarında bir hayat,
Altın tepside sunulanlara bakıyorsun bayat,
Su gibiydi eskiden ab-ı hayat,
Toprağın altıda çok genişmiş,
Üstünde zaten yer bırakmadılar,
Git diyorlar git bari orada yat,
Fıtrat bu fıtrat….
Ötekinin dişleri ve dişlileri köşe başlarını tutuyorlardı,
Ötekinin dişleri ile aynıydı, tek dişi kalmışları tek dişliler getirmişti,
Isırdıkça kanlı hak yiyen dişler iştah artırıyordu,
Vurdu kırdı tek dişlerini sırrıyla biri sahneye çıkarak,
Şimdi dişsiz kalanlara dişini kırdıranlar yüz yüze gelip birbirlerine bakamıyorlar,
Yüz mü bıraktılar ki dişlerine ve paramparça olmuş dişlilerine bakalar!”
Önder Karaçay

Şiirle Nü Fıtrat Tuvali // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay


Şiirle Nü Fıtrat Tuvali // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

fitrat_o_5988
Şiirle Nü Fıtrat Tuvali // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay
Yeni bir şiirden çıkmıştım, yorgun,
Nü çalışmamı tamamlayacaktım,
Bir taraftan tuvali fırçalarken,
İşsiz, aç, açıkta, sadakaya muhtaçlığı artırılmış olanları çizecektim,
Neden nü diye aklına takılanlar olabilir,
İşçiler dedim ya aç açıkta çalışıyorlardı.
Şiire nü çizmekte nereden gelmişti aklıma,
Hay benim aklıma işte!
Mücahitlik ile yola çıkıp müteahhitliğe terfi edenlerin,
İnşaatlarında çalışıyorlardı,
Asansör sıkıştı on kişi birden öldü,
Tam da Soma’da üç yüz bir madenciye mezar kazarken olmaz mı?
Kaderin bu kadarına pes dedirten bu talihsizliğe ne demeli,
Tam işler yolunda giderken!
Fıtratın kaderle işbirliği işte, beklide kaderin iblisle!
Şeytanın resminde çok zorlanıyordum,
Her çizmeye kalktığımda şekil değiştiriyordu,
Dün dediğini bugün yalanlıyor, bugün dediğine,
Yarın başka bir yalan uydurmayı düşünüyordu,
Bir yan yatıyor, bir kalkıyordu,
Bir ara ben hacıyatmaz çizsem daha iyi olur diye,
Düşündüğümde oldu.
Hacı yatar mı?
Umre seferleri başlamıştı, hem itibarı yüksek oluyordu,
Sayısızca umre seferinden dönünce daha bir ağır karşılanıyordu,
Neticede mücahitti, müteahhitti, hacıydı, avcıydı, fıtrata kefen biçiyordu,
Yola da kefenimi giyerek çıktım diyordu,
Kılığı kılıfına uygundu,
Ben de kusur etmemek adına hacıyatmaz fikrinden hacı yatar diye,
Vazgeçmiştim,
Nü fıtrat tuvali tamamdı.

30 Mart 2016 Çarşamba

Badem Gözlüler Aslında Kördü Çünkü Sütlü İnekleri Sağdırdılar Kendilerini Saydıramadılar // İnsan Sağımını Durduran Mensur Şiirler // Önder Karaçay

Badem Gözlüler Aslında Kördü Çünkü Sütlü İnekleri Sağdırdılar Kendilerini Saydıramadılar // İnsan Sağımını Durduran Mensur Şiirler // Önder Karaçay

headline
Badem Gözlüler Aslında Kördü Çünkü Sütlü İnekleri Sağdırdılar Kendilerini Saydıramadılar // İnsan Sağımını Durduran Mensur Şiirler // Önder Karaçay 

“Uyuyanları kapısına vurarak değil, yıllardır uyanmıyorsa gaflet ve delalet uykusundan ancak kafasına kafasına sözle vurarak uyandırabilirsiniz.” // Önder Karaçay
Ölen inek sütlü olmaya başlar demiş birileri, çok haklılar,
Kör öldüğünde de badem gözlü olmaya başladığı gibidir, anlatmak isterim bunu,
Oysa badem gözlü olmak gerçeği zamanında görebilmektir.
İnek ölmeden sütlü, sütü yaşarken inek sağılmalıdır,
Sütlü olduğunu da inek öldükten sonra öğrenilmelidir,
Dikkat çekenler bilirler sütlü ineği sağanlar,
İneği suçlar, ineği sağmaktan da asla vazgeçmezler,
İnek ölünce sağamayacakları için ve dikkati,
Sağken sağanlardan uzaklaştırmak için,
Ölen ineğin çok sütlü olduğu algısını yayarak,
Hırsızlığı kapatmaya çalışırlar.
Yaşayan inek sütlü, inek yaşarken sütü kimin sağdığı,
Sağarken neden ineğin çok sütlü olduğunun bilinmediği,
Öldükten sonra öğrenilmesinden daha önemlidir,
Bu önemi bir tek sorgulama yeteneğine sahip olan,
Kendini sağdırmayanlar bunu neden biliyorlar?
Aksi takdirde inek ve inekten çıkarı olması gerekenlerin sağıldığı,
Kölelik asla bitmez.
Küresel finansın hüküm sürdüğü her ülke insanı,
Bu zihniyet tarafından sütlü inek gibi görülürler,
Badem gözlüler ancak sağım bitip ölünce bunu gördüğünü sanırlar.
Borç ve tüketim köleliği uyuşturucu afyon gibidir,
Tembellik ve körlük üretir, sağdırarak öldürür.
Küresel bankerler yerli işbirlikçileriyle ülke insanı üzerinde,
Sayısızca sağım hesapları yaparlar,
İnsanı bu bankerlere müşteri yapan ülkelerin iktidarları,
İnsanların çıkarı için iktidar olduklarını, demokrasi, eşitlik gibi,
Söylemleri algı değiştirerek bu bankerlerin ceplerinin dolması için,
Asgari ücreti artırmaz, paraya ihtiyaç duyulması içinde,
Reklam gibi göster çek algı operasyonlarını da destekleyerek,
Köleliğe adeta insan çoğaltırlar, iş vermezler, iş üreten üretimi bitirirler,
Üç beş çocuk yapılmasını acaba neden isterler?
Sadaka kültürü operasyonları da bu sağımın başarısı içindir,
Paraya olan ihtiyaç ancak insan sağımını başlatabilir.
Bankerlerin istediği de budur zaten,
Her birey kendi borcunu artırırken, üretmediği için tembellik ederken,
Hem ülke borcunu artırır, hem de ülkenin batması için elinden gelenin fazlasını yaparlar,
Sütlü ineğin sağılmasına demokrasi adına katkısını sunar,
Sonra da köle ediyorlar bizi diye isyana dururlar, o vakit ne işe yarar,
Gerçeği zamanında badem gözlerle görmedikten sonra!
Bu sebeple bu insanlara okullarda sorgulayan eğitim verilmez,
Hiçbir okulda felsefe eğitimi neden yoktur diye bilinmez,
Din eğitimi ile uysal ve kolay sağılması gereken insanlar olarak yetiştirilirler,
Cebine şırıngayı takan cep doldurur, inek ölene kadar sağılmalıdır,
Ne kadar sütlü olduğunu da bilmeden ölür.
İnsan sağmak için borç verenin, borç alan üzerinde,
Sütlü inek sağımından bir farkı yoktur.
Bir borç bitmeden diğeri başlatılır, yeni ihtiyaçlarının ne olduğuna bile,
İnsan sağanlar karar verirler.
Reklamlar zaten gözüne ve nefsine batacak her kör bakışı başlatacak yerdedir,
Sütü bitince kör badem gözlü de olmalıdır,
Algının yönü değişerek yeni inekler ve yeni badem gözlüler sıraya girecek,
Borç ve tüketim köleliği bitmeyecektir.
Bir ülke ekonomisi batınca ilk yardıma koşanların borç verenler olması,
Çok dikkat çekici değil midir?
Yapılandırma yaparlar, yeni borç verme ve müşteri kaybetmeme adına,
Adeta takla atarlar.
Kendini sağdırmamak aklını ve vicdanını doğru kullanan insan işidir,
Bu kararlılık verdiği her karara bağlıdır sağılıp sağılmaması, köleliği kendi kararıdır.
Önder Karaçay

Paranın Etrafında Dönmemeli Hayatlar // Zor Günlerin Söz, Yazı ve Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

Paranın Etrafında Dönmemeli Hayatlar // Zor Günlerin Söz, Yazı ve Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

tefecilik-tefeci
Paranın Etrafında Dönmemeli Hayatlar // Zor Günlerin Söz, Yazı ve Mensur Şiirleri // Önder Karaçay
“Bir insanın, bir kurumun, bir fikrin niyetini öğrenmek o isteğe kendini kaptırmaktan daha faydalı bir hayat duruşudur. Bunu geç anlamak önemli değildir, önemli olan anladıktan sonra mücadeleye başlamak hayat kurtarır.” / Önder Karaçay
Parayı amaç yapan araçları ortadan kaldırdığımızda paranın etrafında dönmekten kurtulacağız.
Parayı, bankayı, bankerliği veya kanunla korunan tefeciliği artık tefe koyma zamanı gelmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin geleceğinde geçici bir süre üretim adına bankacılık milli zihniyetle olabilir artık. O zaman nedir bu para, banka ve kanunla korunan tefecilik gelin inine kadar inelim, öğrenelim ve öğreterek kurtulalım bu beladan.
İlk İtalya’nın Roma kentinde bir bankın etrafında,
İlk borç verme işlemi başlamış,
Para ve bankanın ilk buluşması, bugün insanlığı sömüren,
Sistemin ilk adımı o gün atılmış ve bu günlere gelinmiştir.
Borç verme işini yapanlara banker, bu tür kurumlara da banka denilmiştir.
Para nedir?
Devlet tarafından ödeme aracı olarak basılan,
Üzerine saymaca değeri olan kağıt veya madeni çeşidi bulunan,
Mal ve hizmet değişim aracı olduğu içinde,
İnsan için peşinde koşulması gereken fikrinin hüküm sürdüğü,
Bir putlaşma aracına dönen ve etrafında hayatlar döndüren,
İnsanlık tarihinin en utanç verici sömürge aracıdır para.
Paranın yüzünden insanlığın başına gelmeyen kötülük kalmamıştır,
Paranın etrafında dönen hayatları görenler,
İnsanları borçlandırarak başlamışlar bu banker işine,
Paraya olan bağımlılığı artırdıkça gözü doymazların mesleği olmuş bankerlik,
Parayı baş tacı amaç yapmışlar doymak bilmeyen niyetlerine,
Tefeciliği kurumsallaştıran kurumlar, yasalar, ağlarla,
Dünyaya yayılmışlar!
Dünyada üretilen silahlar para çoklamak için üretilmiş ve satışmış,
Düşman üretme ve savaşların çıkma sebebi de dünyanın her devrinde,
Paraya dönüşmüştür.
Bankalar para çoklama niyetinin sinsi kalkanlarıdır.
Mevduat kabulü ve başkalarının parasını borç vererek para çoklamak,
Bu işin en kazançlı zirvesi olmuş,
Para çoklayanlar kendilerini güç haline getiren düzeneklerin sayesinde;
Halktan temsil yetkisi alanlara bile ayar vermişlerdir.
Bugün dünya barış, güven, huzur, demokrasi gibi değerlere uzaksa,
Sebebi paradır, sermaye çoklamaktır, bankacılıktır,
Siyasetin sözde rey aldıklarına verdikleri sözü tutmalarının,
Sermayenin isteklerine yerine getirme şartına bağlı hale gelmiş olması,
İnsanlığın bir başka utanç duyması gereken gerçeğidir.
Orta çağda İtalyan’lar bu işleri caddelerde bir bank üzerinde yaptıkları için,
Dilimize banka ve bankacılık olarak girmiştir.
Bugün ana okuluna giden bir çocuğun okul ödemeleri de,
Ölüm döşeğinde bir emekli insanında her işlemi de,
Banka üzerinden yapılmak zorunda kalıyorsa amacın sadece güvenlik olmadığını,
Amaç her insandan para kazanmak, her insanın zaaflarından bankaların faydalanmasını sağlamak,
Her insanı bu vahşi sisteme köle etmektir.
Para kirdir boşuna söylenmemiştir,
Bugün ki kadar da para tarihte hiç kirlenmemiştir,
Parayı kirleten bankerlerdir, gözü doymaz bu bankerlere hizmet edenlerdir,
Bu hizmette kusursuz çalışan çıkarcıların kirlenen niyetleridir.
Ülkemizde ilk banka tefecilere karşı Emniyet Sandığı adı altında,
Mithat Paşa tarafından kurulmuş olup, milli bankacılığımız,
Bugün ilk banker zihniyetini dünyaya yayanların eline geçmiştir,
Milli ekonomiye ve insanımızın yaşan tarzına uygun olmayan,
Kurumsal kılıfta birilerinin cebini doldurma adına para çoklama yapan,
Her ürünü bir insan vuran bir vahşete dönüşmüştür.
Para ve banka artık ülkemizde nefret duyulan bir iştir.
En fazla kazanan sektör olmasına rağmen ülkemizde toplumun % 1’ine bile,
İş imkânı sağlamadığı gibi üretime, ihracata kredi vermeyen bu sektör,
Tüm ürünlerini borç ve tüketimi artıran bir zihniyete büründüğü için,
İşsizlik üreten ana sebebe dönüşmüştür.
Paranın etrafında yedi milyar insanı döndüren,
Paylaşmayı sevmeyen, hep bana, hep bana diyen,
Daha fazlası için sürekli düzen değiştiren,
İşine gelmeyeni yok etmeye kalkan veya görmeyen,
Sermayeleri için savaş üretenlere hizmet eden, kötülüğün bataklıklarının artmasına sebep olan,
Bataklıklara sinsi yöntemlerle virüs üreten bu vahşiliğin,
Etrafında dönerek helak olacak insan kalmadığı için bu zalimliğin sonu yaklaşmıştır.
Ucuca para toplayıp, pahalıya satmanın adı bankacılık oldu,
Dünyanın her insan yaşayan yerinde bu zalimliğin etrafında hayatlar döndü,
Kimi zaman tersine, kimi zaman kendi kendine, genelde insanın paraya bulaştırılmış hayatı,
İnsan için üretim yapan kurumların ticari hayatı bankayla öldü.

27 Mart 2016 Pazar

Ulus Milletler ve Ulus Milletleri Hedef Alan Fikir Cereyanları // Tarihin Dirsek Temaslı Konuları // Önder Karaçay

Ulus Milletler ve Ulus Milletleri Hedef Alan Fikir Cereyanları // Tarihin Dirsek Temaslı Konuları // Önder Karaçay

55eaa253f018fbb8f88cd50d
Ulus Milletler ve Ulus Milletleri Hedef Alan Fikir Cereyanları // Tarihin Dirsek Temaslı Konuları // Önder Karaçay

Bu yazının amacı Anayasa’dan Türk Ulus Devlet kimliğini nasıl yok etme planlarının ve Başkan ile rejimi demokrasiden uzaklaştırarak tek kişi devletine dönüştürme girişimlerinin yaşandığı bu zor ortamda insanımızın gerçekleri kavraması amacıyla özel bir çalışmadır. Çok dikkatli okunmalı, okutulmalı, halkımıza duyurulmalıdır. Aksi takdirde ulus devletin yok olması özgür yurttaşlığın bittiği anlamına gelecektir ki geri dönmek ve bağnazlıktan kurtulmanın zorlukları düşünüldüğünde devletimizi ve milletimizi çağ dışı bir gerilemeye kendi elleriyle iten bir millet oluruz.
İnsan sosyal bir varlıktır. İnsan olmadan uluslar olmaz. İnsanlara birbirleriyle dirsek temasında olmaları birbirlerine muhtaçlıktan ve bulundukları vatan toprağına ve kaynaklarına göre değişir. İnsanlık tarih boyunca birbirine sokulmaya çalışmış, el ele vermeye çalışmış, hayat sahnesinde kimi zaman iptidai, kimi zaman medeni kalabilmiş küçük veya büyük cemiyetlerle faaliyet göstermiş, sosyal organizasyonlar meydana getirmişlerdir. Devlet bu sosyal organizasyonun en büyük çatısıdır.
İnsanoğlu kainattaki büyük yalnızlığına çare bulmak ve bu yalnızlığı gidermek adına milletleşme süreçlerini başlatma, olgunlaştırma ve sonsuza dek yaşatma mücadelesinde inanılmaz bir zorluklar yaşayarak kavuşabilmiş veya kavuşmak mücadelesinde olan milletler vardır.
İnsan yaratılışı gereği mutlak manada yalnızdır. Yalnız doğar, yalnız yaşar, yalnız ölür. Bedeni ve ruhi varlığının bütün sınırları ve konfor alanı tam manasıyla yalnız kendisine açıktır. Neşesi, üzüntüsü, acıları, duygusu, düşünceler, zevkleri hep kendisine aittir.
Yalnız insanın bu yalnızlığı evrendeki düzene uymaz. Tek varlıktır, tek tek yaşama şansı yoktur. Hayat tek varlıkların değil, cine cins varlıkların doğasıdır. Bu sebeple insan yalnızlığı ile sürekli mücadele ede gelmiştir, bu yalnızlığını gidermeye, hafifletmeye ve onu az hissedebileceği bir duruma getirme çabasını asla bırakamamıştır.
İnsanın bu inancı ve mücadele azmi ona destek olmuş yalnızlık kaderi birlikte yaşama kaderine dönüşmüştür.
İnsanoğlunun beklide ilk keşfi birlikte yaşamaktır. Bu buluş insanı sosyal varlık haline getirmiştir.
Birlikte yaşamanın süreçleri cemiyet organizasyonlarını üretmiş, ırklar halklar ve milletler şeklinde oluşarak ulus devletlere ulaşılmıştır.
İnsan canlı bir varlıktır. Her ne kadar içinde canlı olduğu halde yaşam belirtisi az olanı çok olsa bile tamamının canlı olmadığını söylemek imkansızdır.
İnsan doğar, beslenmeye hemen başlar, büyür, gelişir, değişir, hisseden, öğrenir, anlar, hareket eder, yapmaya başlar ve üretir, hem de tüketerek yok eder.
İnsan hayatını yaşaması için çok çeşitli ve öncelikli zorunlu ihtiyaçları vardır. Bedeni ve ruhi ihtiyaçlar birleşir ve ortak hareket ederler. İhtiyaçları karşılarken ihtiyaçları karşılayacak imkan her insana yetecek kadarken sosyal düzenler adına işletilen kurallar birilerinin üstünlüğü ile bir çevre kurar ve diğerlerine ihtiyaçlarını karşılamasına engel olan duvarlar örer. İşte burada sorunlar başlar.
İnsan canlı ve cansız doğayla, bir başka varlıkla ve inanışlar dünyası ile çevrilidir. İnsanla doğa insan üstü bir münasebet içerisindedir. İnsan bu münasebetleri kurabilmek için cemiyet denen organizasyonlar aracılığına ihtiyaç duyar. Hayat mücadelesinde insan sürekli cemiyetler halinde taazzuv eder ve teşkilatlanır. Bu sebeple insanoğlu çeşitli sosyal organizasyonlar üretmişlerdir.
İnsanların ürettiği iki çeşit sosyal organizasyon vardır.
1- Doğal sosyal organizasyonlar,
2- Doğal olmayan sun’i organizasyonlardır.
DOĞAL YAPILAR
Kendiliğinden oluşan, kuvvetli temeller ile kurulan sosyal bütünleşmeyi tam gerçekleştirebilmiş yapılardır. İnsanlar arasında çok sıkı bağlar söz konusudur. En hakiki ve doğal organizasyon yapıları bu cemiyetlerdir.
Cemiyetler çok sayıda insanı bünyesinde barındırdığı için uzvi ve ahengi çok yüksek topluluklardır. Gelişigüzel bir insan topluluğu ve kalabalığı ile insan gruplarının üst üste yığılması değildir.
Toplum olmanın temelini sosyal bütünleşme ile açıklayabiliriz. Fertlerin müşterek vasıfları, bağları meydana getirir. Yakınlıklar ve benzerlikler mıknatıs gibi çeker ve bir arada toplar. Mensubiyet duygusu insanda böylece gelişir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Gelişigüzel fertlerin iğreti bir topluluk değil, aralarında maddi ve manevi bağlar bulunan akrabalık ve kardeşlik gibi yere sağlam basan ayakları vardır. İşte bu yere sağlam basan dayanaklar bütünleştirici bir duyguyla birlikte yaşama hedefini gerçekleştirir.
Bu cemiyetleri sun’i isimlendirmeler ile maksatlı ve maksatsız bölmek amaçlı bütünleşmeyi önlemek niyetine kayacağı için tercih edilmez ve genelde kadük kalır.
Doğal toplum yapıları üçe ayrılır;
1- Aile,
2- Millet,
3- Diğer doğal cemiyetler.
Aile toplumun en temel ve en sağlam yapısıdır ve sağlam olması gereken başlangıç noktasıdır. Aidiyet şuurunu fertler ilk ailede alır ve ölene kadar genelde bu korunur. Esas yapısı ile aile insanlığın en doğal, en eski, en ve tek devamlı olan ve en geçerli toplum en sağlam olmazsa olmaz yapısıdır.
Millet toplumların en büyük yapısıdır. Milleti oluşturmak içinde bir tarih bilinci gibi müşterek geçmiş ve vasıflar barındırdığı için çok doğal bir yapıdır. Mensubiyet duygusunun aileden sonra daha büyük bir aidiyet duygusuna dönüştüğünü milletlerde görülür. Aileden sonra sosyal bütünleşmeyi tam olarak tamamlamış topluluklara millet denir.
Millet tarihsel menşee bakımından şüphesiz ki karanlık devirler sonrası dal budak salan ailelerin türeyerek büyümeleri sonucu oluşmuştur. İlk insanı düşündüğümüzde tek insandan bugün 7 milyara yakın insana geliş süreçleri çok bilgi, araştırma, değerlendirme ve yaşanmış gerçekleri çok gerçekçi perspektiflerle bakarak anlayabiliriz. Soy birliğinden çok derinlere dalarak milletlerde payını alır. Geçmişe en fazla bir insan yedi kuşak geri gidebilmektedir. Yazılı tarihin gelişmesiyle zamanla bu süreç çok daha büyük sayılara ulaşabilecektir. Bu demektir ki gelecek kuşaklar ulus millet kavramını anlama ve yaşatma adına bizlerden daha şanslılar.
Hayat tezahürleri, yaşam tarzları yakınlıkları artırmaktadır. Dağılma tehlikesinin çoğaldığı ve maksatlı niyetlerin organize olmuş niyetleri zaman zaman milletleri hedef alır. Tarihi, kültürü, dili güçlü olan milletlerin bu tür saldırıları çok kolay atlatırlar. Hatta son darbeyi vurduk işi bitirdik derken maksatlı niyetler hiç ummadıkları bir bitişle karşı karşıya kalabilirler güçlü aidiyet duygusu olan tarihi, geçmişi, ideali olan milletlerde.
Burada hayat tarzı denen kültür devreye girer ve yabancı kültürü derhal içinden temizler ve atar. Güçlü toprakların olduğu ekim tarlalarında yabancı otlar ısrar eder yalnız o topraktan farklı beklentisi olanlar yabani otlara asla izin vermezler.
İnsan topluluklarının büyük yapısı milletlerin cevheri kültürleridir.
Üretme, yetiştirme, yaşatma, çoğaltma adına kültürler vardır milletlerde. Başka milletlere özgü olmayan.
Muhit tahsilinin yanında farklı mesleklerde kültür geliştirmiş iç dinamikler mevcuttur milletlerde.
Bilim ve san’at alanında üretimleri çok farklı saygınlık kazanmış ve bir sürdürülebilir kültür oluşturmuş toplumlar vardır.
Hayat tezahürleri farklı ve her milletin kendine has değerlerin bütününü kültürle yaşatır.
Toplum bağlarının bütünü kültürdür.
Dil milletlerin bir başka kendini ayakta tutan direğidir. Dil her milletin ses dünyasıdır. O dilin çıkardığı sesi kitaplarda, tiyatroda, sinemada, sanatın her dalında ve özellikle edebiyatın dallarında şiirde yaşarsınız. Ses zaten kainatın bir hayat tezahürüdür.
Dil aynı zamanda fikirlerin aynasıdır. O milletin fertleri fikirlerini dilleri ile yaşatırlar. İnsanın dili olmazsa düşünemez. Düşünse bile düşüncesini duyurabileceği bir dili varsa ve o dille derdini anlatabiliyor, anlaşılıyorsa tarzını aksettirir ve kendini yaşatır.
Dil aynı zamanda milli geçmişin hatıratı adına duygu ve düşüncelerin müşterek hazinesidir.
Dil tüm canlıların ilk bağıdır. Bebekler ilk baba, anne der, kuşlar ötüşür, hayvanlar koklaşarak dile gelir, insan konuşur, yazar. Anlaşma vasıtasıdır dil. İletişimin güçlü olduğu milletlerin dili sağlamdır.
Hülasa dil milletlerin en mühim sosyal varlığıdır. Dili dış dillerin saldırısından koruyan milletleri dilin yaşama ömrünü uzatırlar. Millet olmanın en önemli temel taşı dildir.
Bir başka önemli millet olma unsuru yazılı olmayan kanunlar diye de bilinen ört ve adet meriyetleridir.
Dünya görüşü konusuna gelince bir milletin başka milletlerden farklı olan hayat felsefesidir.
Din bir milletin halklarının kendisine has iman ve inanışlar manzumesidir. Din çok önemli olmakla birlikte çok dikkate değer bir kültür unsurudur. Asırlar önce din kültürü ön planda olmuş, diğer kültür unsurlarını gölgede bırakarak baskı unsuru haline gelmiştir. Klandan günümüzü milletleri din çok meşgul etmiş çoğu zamanda farklı inanışlara baskıya dönüşmek gibi dini maksadına alet edenler sebebiyle milletler bu konudan çok zarar görmüşlerdir. Dünya tarihi aslında din adına savaşlar tarihidir. Bundan dünya bir türlü kurtulamamıştır. Çünkü din konusunda ilahi semavi dinlerin gerçek akışını anlamayan İslam ve Kur’an öncesi dinler kabile ve millet dinleriydi. Oysa İslam tüm insanlığın, Kur’an tüm insanlığın ilahi kitabıdır. Yalnız bu konuda kimse kimseye baskı yapma hakkına sahip değildir. Dini maksadına alet edenler genelde iktidar gücünü ele geçirmek ve geçirenlerin iktidar gücünü devam ettirmek için dini kullanmışlardır.
Irkçı milliyetçilik çağının son bulması dinler kültürü sona ermiş kültür devri başlamış olmasına rağmen gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde ne yazık ki bu konuda hala sıkıntılar yaşanmaya devam etmektedir.
Din adına teşkilatlanma çok tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır her toplum için. Çünkü maksadı gizlemek için din kılıf olmaya çok müsait bir konudur.
İyi eğitim ve öğrenim almamış, sorgulama yeteneğini geliştirmemiş toplumlarda bu tuzaklara hala çok insan düşebilmektedir.
Din adına örgütlenmenin olmaması dinin bittiği anlamına gelmez. Din felsefe bilimi ile öğretilir. Bu alimler aracılığıyla çıkara dayalı olmayan yöntemlerle halk öğrenir ve her insan dininin vicdanında yaşar.
Din maksatlı niyetlerin kullanmaması amacıyla Laiklik ilkesi ile milli çıkarlara uygun eğitim ve öğretim şarttır.
Sanat her milleti diğerlerinden ayıran farklardan bir başka duygu ve düşünce tezahürünün şekillenmesidir.
Din baskılı yönetimlerin hedef aldığı ilk kesim bu sanatla uğraşanlar olmaktadır. Amacı kendi ağına insan düşürmelerine sanat engel olduğu için maksatlarına ulaşmak için sanata engel olmak isterler. Bu sebeple milletler devleti kendi yönetirken sanatı aydınlık ürettiği için hem Anayasa ile koruma altına almalı hem de desteklemelidir. Aksi takdir o toplum aydınlığa değil karanlığa doğru yürür.
Tarih insanlar arasında kader birliğini temsil eden geçmişle bağı güçlü tutarak geleceğe ışık tutan bir kültür unsurudur. Tarihi zaferler ve yenilgiler ile milletler; övünç, sevinç, ders ve ortak mazi duygusu üretirler. Sosyal bütünleşmenin bütün geçmişi tarihin içindedir. Tarih bir milletin nereden nereye gittiğini gösteren merhalelerin tamamıdır. Geçmişteki beraberlikleri ve gelecekte olacak beraberlikleri tarih söyler.
Milleti kuran asıl unsurun milli şuur olduğunu gördük buraya kadar yazdıklarımızla. Milli şuur büyük bir kültür varlığına da, küçük bir kültür varlığına da dayanabilir. Milletlerde asgari kültür varlığı şarttır. Örneğin tarihi olmayan bir milletin kültürü asgari düzeyin altındaysa dayandığı tek güçle ömrü çok kısa olur.
Milletlerin gelişmişliği bunu tayin eder. İktisadi ve bilim alanında aksamalar milletlerin sosyal bünye seviye ve sıhhatini tehlikeye sokar.
Milli şuurun zayıflatma çabaları ilerleyen milletlerin ilerlemesini isteyen dış milletler tarafından iç hainlik ve projelerle zaman zaman önü kesilmeye çalışılır. Emperyalist sömürgeci niyetler milletleşmiş devletleri sömürmekte zorlanacakları için daha küçük, bölünmüş federasyon, hatta şehir devlet zihniyeti isterler ki küçük lokmaları yutmak kolay olsun. Bu sebeple milli bütünlüğünü bozmadan korumak isteyen millet şuurunun bozulmaması adına çok dikkatli, hassas ve halkı bilinçlendirmiş olmalıdır.
Milli şuurun en önemli temayülü tam bağımsızlık ve özgürlük arzusudur. İstiklal kavgaları millet şuuruna erişmiş toplumlarda bitmez. Çünkü ona helal gelmesi demek o milletin parçalanması anlamına gelir.
Ulus millet kavramını bütün anlatılanlar çerçevesinde şu şekilde toparlayabiliriz; Millet, kültür unsurları ile birlikte bağlanan ve bunun şuuruna varan insanların meydana getirdiği topluluktur. Milli şuurdan mahrum bir millet varlığı, ham bir meyve gibidir. Olgunlaşma sürecini çok doğru bir şekilde tamamlaması gerekir.
Önder Karaçay

26 Mart 2016 Cumartesi

Güz Gibisin // Umudun Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

Güz Gibisin // Umudun Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

76e01cdf-5ad0-47e0-a379-2b1401067113
Güz Gibisin // Umudun Mensur Şiirleri // Önder Karaçay
Umut olmadan da umut ettiğimize ulaşamayız ki!
Bu ne umutsuzluk?
Evreni yargılamak ne haddimize,
Çeki düzen vermemişsek kendimize!
Bir hayatı, dört mevsimi yaşamak,
Her yıl bir insana hiç yakışır mı?
Ölüm mevsimi gibi benzetmek güze!
Sen uyurdun hep, uyandırma beni diye,
Sürekli bana buyurdun…
Kalk yeter artık.
Geceleri yazmıyorum yazdıklarım karanlık olur diye,
Sende aydınlık bir havada okursun yazdıklarımı,
Aydın havası olsun,
Hayatın getirdiklerine karşı efelen biraz…
Öldüğünü hayatta ilk sen fark edersin,
Ölmeden umutlarını öldürerek kendine,
Nasıl ben sağım dersin?
Unutma hayattan alacağımız lezzeti,
Karanlık düşünceler ile kötü niyet zedeler,
Birde sen kendin kendine niye engel koyarsın?
Gecelerin amacı karanlık yapmak değil,
Yıldızlı bir gökyüzünün bize sunulan bir büyüsü,
Neye nasıl baktığın sana bağlı,
Gözünde her istediğinle niyetin gibi büyürsün.
Unutma sakın sen bana yaratanın verdiği bir büyü gibisin,
Ayrıldığımızda gözlerimde buğusun!
Bırak aşkımız içimizde tek yürek olup büyüsün.
Gözleri insanın duygu diliyle konuşur,
Bilmeye gerek yok başka bir lisan,
Aylardan fark ettin mi? Geldi yine Nisan,
Sen hala güz gibisin…
Sahip olduklarının değerini bilmez, farkına varmazsan,
Kaybettiğinde farkına varmamız bizim için çok geç olabilir.
Işık hayatta görmek isteyenlerin,
Karanlık görünmeni işine geldiği gibi istemeyenlerin,
İstediği bir ortamdır.
Zenginliği insan olmaya saymalısın,
O zaman tutar hayatının tüm hesapları.
Hayat sana bir tünel gibi gelse bile,
Tünelin sonunda bile bir ışık var,
O ışıktan bile umudunu kesmişsen,
Bu hayatta bil ki hiç gelmemişsin..

Vicdan Yastığı // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

Vicdan Yastığı // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay

adalet
Vicdan Yastığı // Zor Günlerin Mensur Şiirleri // Önder Karaçay
“Eğer bir toplumda adalet ve hukuk adına çok insan yetiştiriyorsanız bilin ki o toplumda onun kaç katı adaletsizlik hukuksuzca üretilecek demektir. Eğer bir toplumda adalet adına saray, ceza adına hapishane açıyorsanız bilin ki; o açılışları yapanlar sizinle ilgili mutlak bir adaletsizlik ve hukuksuzluk peşindeler.” // Önder Karaçay
Size sesleniyorum hey sorumsuzlar; çökmek istediğiniz için mi umursamıyorsunuz? Bakın bu sözler ve şiirler size atılmış tarihi bir tokattır…Umarım anlarsınız...
“Beşeri adalette adalet arama,
İnsanlığını kaybedende adalet ne arar?
Onun adaleti ancak işine geldiği kadardır.
Arayacak olursan adaleti yüce adalette ara,
O da eğer kaybetmemiş isen,
Yüce adaletin sana verdiği vicdanda çok bulunur.
Birileri haksızlık yapacak ve bunu kendine hak görecek,
Birileri hakkını korumakta zorlanacak,
Birileri de şahsi çıkarları adına,
Haksızlarla birlikte mi olacak?
Bunun adın da adalet, hak ve insanlık olacak!
Olmaz olsun öyle hukuksuz hak ve adalet! …
Adaletsizlik ve haksızlık karşısında,
Tarafsız gibi davrananlar yüzünden,
Bu garabetin sonu gelmekte gecikir..
Zulüm mutlaka bir gün zalimi bitirmek için geri döner,
Zalimin zulmünü destekleyenler acaba o zaman,
Yüzsüzlükleriyle ne tarafa dönecekler?
Onlar buna cevap veremezler,
Cevabı da bellidir; bu şiir o cevabın yeridir..
Yeni menfaatleri neredeyse oraya dönerler,
Hatta zalimin zulmünü bitirenler en çok, onların zulmünü biz bitirdik der,
Aslında kendi ihanetlerini itiraf ederler,
Çünkü zalim zulmünü onlara borçludur,
Onlar olmadığı zaman ne zalim, ne de zulmü olur,
Anladık mı şimdi asıl suçlular kimdir?
Bu sebeple zalimler iktidarlarını çıkarla ayakta tutarlar,
Sahtekarlıkla satılanlar yüzünden çıkarlar başka tarafa satılırlar.
Her insan eğer gece başını yastığa koyarken,
O gün kimseye bir adaletsizlik, haksızlık ve hukuksuzluk yapmamış,
Ve bunu hayatının tamamına yayabilmiş ise,
O kişinin başı ömrü boyunca vicdan yastığını hak etmiş demektir.”